(İvriz 'in Medahar-ı İftihar-ı)
dicleyim ben fıratım
mezopotamya'nın
bir o yanı bir
bu yanıyım
petrole bulanmış kanıyım
dönerken yuvasına kuşlar
düşmanıyım
mermi yuvalarının
üşürse otları kıyılarımın
yanarsa
ben de üşürüm ben de yanarım
dicleyim ben fıratım
iklimler ve kimlikler yüklü
coşar taşarım
bazen bir üveyik gözünde
ya da bir ceylan bakışında
korkak ürkek akarım
donar çözülürüm
ağrılar iner kollarıma
sonra yüreğime iner
iner basra'ya
yaralarım tuzlanır
boyanır petrolün yeşiline
anlarım
yazgımızı yazanların
kitabıyla okunurum
acım yayılır okyanusa
yok olurum
mektubum
bir karabatak kuşunun
petrole banmış gagasında
bir gemiden açılan
ateşle vurulurum
ulaşamam yukarılara
diyemem
durun
dicleyim ben fıratım
şahidiyim zulmün
akıtılan kanın
Mahir Ataseven
29 Kasım 2015
DİCLEYİM BEN, FIRATIM
USTA
USTA
Ben hep rakı içiyorum ya
Cehenneme gidip yanacakmışım orada.
Ne kalacaksa geriye öldükten sonra,
Birde, sırat köprüsünde yürüyecekmişim
Nasıl olacaksa bu kafayla...
Cennete gidenlere
Huriler şarap sunacakmış
Altın taslarda
Rakı neden haram ki usta...
Soyu bozuklar masum insanlara kıyarken
Cennete gitmek adına
Anasının dizinden tahrik olan
Piçler var aramızda
Altı yaşındaki kızla gerdeğe girilir diyen
GAVATLARLA
Cennette bir arada olmaktansa
Atlarım sırat köprüsünden usta....
Sahipsiz Mavi
26 Kasım 2015
Fazla Temizlik Zararlı!
Bilim ve teknolojideki gelişmeler ile günümüzde daha “temiz” bir hayat yaşayabiliyoruz. Anti bakteriyel sabunlar, mikropların %99’unu öldüren temizlik malzemeleri vb… Ancak BBC Future’un makalesine göre bazı bilim insanları aşırı temiz olmanın da yanlış olduğunu ve astıma ya da alerjilere yol açabileceğini belirtiyor. Peki çevremizdeki bakterilerle nasıl bir denge tutturabiliriz?
Evet, ek çok nahoş hatta ölümcül hastalığa yol açan bakteriler var ama sağlığımız için faydalı olanlar da var. Bağırsaklarımızda vitamin yapanlar, derimizi kaplayarak mikroplara karşı koruyanlar ve yemekleri sindirmemize yardımcı olanlar gibi…
BAKTERİLERLE BARIŞ ANLAŞMASI
Bazı bilim insanları, fazlaca temiz olduğumuzu düşünüyor örneğin Londro Koleji Üniversitesi’den Graham Rook anneden gelen mikrobiyotanın (deri, bağırsak vb.deki zararsız simbiyotik canlılar) çok önemli olduğunu ve çevredeki mikrobik canlı çeşitleri ile temas halinde olmamız gerektiğini belirtiyor. Örneğin bebeğin yere düşen emzik yerine yeni ve temiz bir tane değil annenin yere düşen emziği emip temizleyerek çocuğa vermesi çocuğun mikrobiyotasının gelişimini hızlandıracağını ve alerjileri azaltacağını söylüyor. Ayrıca spor salonunda değil doğa da egzersiz yapmak da daha iyi olduğunu belirtiyor! Mikrobiyolog Mary Ruebush da ona ktılıyor ve mikrobiyotanın bağışıklık, otizim, alerji, otoimmünite, ruh hali ve merkezi sinir sisteminin gelişimiyle yakından ilgili olduğunu ifade ediyor.
HER GÜN UZUN UZUN YIKANMAYIN!
Kötü bakteriler kadar iyi bakterilerin olması insanlar için çözmeleri gereken bir ikilem yaratıyor. Peki kötü bakterilerden kaçınıp iyi bakterilerle olan temasımızı nasıl sürdürebiliriz? Tabii ki temel temizlik alışkanlıklarını sürdürmeliyiz.
Bilim insanları enfeksiyonların yayılmasında en olası sebebin kirli olduğunu düşüyor. Ellerin sadece yıkanması değil iyi de yıkanması gerekiyor. Elin her yüzeyi sabun ve suyla ovularak en az 15 saniye yıkanmalı. Sabun köpüğü mikropların elden sökülmesini sağlamakta. Ancak vücudun her yerinin çok sıkı bir şekilde yıkanması gerekmediğini söyleyen Ruebush her gün uzun bir duş almayı tavsiye etmiyor! Ancak jenital bölgelerin ve çok terleyen kısımların yıkanabileceğini ekliyor. İç çamaşırınızı da her gün değiştirmelisiniz.
Pijama da kişisel temizlik için risk taşıyan bir kıyafet. Uzmanlar pijamaların hafta bir değiştirilmesi gerektiğine değiniyor.
EVDE TEMİZLİK
Uzmanlar evde kötü bakterilerle savaşmak için aşırı temizlik değil zamanında yapılan temizliği öneriyor. İyi bir hijyen için hafta bir sıkı bir temizlik yerine ev temizliği gün yaşamımızın doğal bir parçası olmalı. Örneğin sebze doğradıysanız kesme tahtasını yemekten sonra kaldırmak üzere bekletebilirsiniz ama çiğ balık ve et kestiyseniz kesme tahtasının hemen tamizlenmesi gerekiyor.
HAVLULARA ve ÇARŞAFLARA DİKKAT
Uzmanlar havlu ve çarşafların tam olarak ne kadar sıklıkla değiştirilmesi gerektiğine dair bilimsel bir çalışma olmadığını ancak çarşaf ve havluların enfeksiyon riski yarattığına dair elde yeterli bilgi olduğu belirtiliyor. Londra Temizlik okulundan Sally Bloomfield çarşaf ve havluların haftada bir değiştirilmesini tavsiye ediyor ve özellikle el havluları ile kişisel bakım ürünlerinin paylaşılmasına karşı uyarıyor.
13 Kasım 2015
KÖY ENSTİTÜLERİNİ KİM KAPATTIRDI ve KİMLER TEKRAR BURADAN BAŞLAMALI .
( Türkiye ye yapılmış en büyük kötülük..Ülkenin can damarını nasıl kestiler..
Bu gün İmam hatip okullarının yerine Köy Enstitüleri olsaydı Türkiye her şeyini kendi yapıyor ve İhracatı iki trilyon dolardı..)
Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı plan Hasan Ali YÜCEL ve Genel Md. İsmail Hakkı TONGUÇ yönetmişlerdi. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bütün -7 bölgede 21 okul- 1954’te kapatılarak “İş için, iş içinde eğitim” uygulamasına son verildi.
“KÖY ENSTİTÜLERİNİ BEN KAPATTIRDIM.. !
Köy Enstitüleri neden kapatıldı? CEVAP, kapattıranlardan biri, (KİNYAS KARTAL)’DAN GELİYOR..
“Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var.
Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar.” Kinyas Kartal
Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj :
- Köy enstitüleri KOMÜNİST YETİŞTİRDİĞİ için mi kapatıldı?
- HAYIR. Beni babam MOSKOVA ÜNİVERSİTESİ’NDE OKUTTU komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.
- Peki, KARMA EĞİTİMDEN dolayı mı kapatıldı?
- HAYIR. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.
- Peki ya neden?
- Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var.
Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU GELDİ ve bu köylerden artık KİMSE BANA GELİP DANIŞMAMAYA BAŞLADI. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse BENİM AĞALIĞIM NE OLUR, SIFIRA DÜŞER!
Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve DOĞUDAKİ BÜTÜN AĞALARA telefon ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum ESKİŞEHİR’DEN EMİN SAZAK. Sonra MENDERES’LE PAZARLIĞA GİTTİK. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki;
“Köy Enstitülerini KAPATIRSAN şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. KAPATMAZSAN OY YOK” ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.
*****
Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 OCAK 1954’te çıkarılan kanunla KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILARAK günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı.
KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI;
- Fırsat ve olanak eşitliği sağlanırdı.
- Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu.
- Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı.
- Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu.
- Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi.
- Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı.
- Boş zamanlarını MÜZİK DİNLEYEREK DEĞİL ENSTRÜMAN ÇALARAK;
takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi.
Biz şu an sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz.
Hepsi bu. Ötesi yok…
(“Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı başkalarına olsun. O kurumların günahı bile bana yeter.”
Hasan Ali Yücel )
YILMAZ ÖZDİL 'in yukarıdaki yazıya uygun düşen 11.11.2015 tarihli makalesi (izinsiz alıntı yaptığım için özür diliyorum. Ama yanyana koymadan kendimi alamadım)
Demokrasinin iki çeşidi vardır.
Biri, zor ve gerçek olanı.
Öbürü kolayı, oyun olanı.
Topraksızı topraklandırmadan…
İşçiyi sağlama almadan…
Halkı esaslı eğitmeden…
Olmaz.
Birincisi, köklü değişim ister.
Zordur ama, gerçek demokrasidir.
İkincisi, sandık demokrasisidir.
Okuma yazma bilsin bilmesin…
Toprağı, işi olsun olmasın…
Demagojiyle serseme çevrilen halk, elindeki kağıdı sandığa atar.
Böylece…
Kendi kendini yönetmiş sayılır.
Bu, oyundur, kolaydır.
Amerika bu demokrasiyi yayıyor.
Biz de demokrasinin kolayını seçtik.
Çok şeyler göreceğiz daha…
*
Kime ait bu sözler?
“Altı ok” amblemini 1933’te grafik olarak çizen, eğitimbilimci, köy enstitülerinin mimarı, uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç’a ait.
*
Ne zaman söyledi bu sözleri?
Köy enstitüleri, karşıdevrimciler tarafından kapatıldığında söyledi.
*
Peki, şu sözler kime ait?
“Müslümanlar, 10 Kasım kurtuluş bayramınız kutlu olsun.”
*
Ankara Balgat SGK Camisi’nin imamına ait… Facebook sayfasına Atatürk’ün fotoğrafını koymuş, “müslümanlar, 10 Kasım kurtuluş bayramınız kutlu olsun” yazmış.
Ayrıca… Emin Çölaşan’ın fotoğrafını koymuş, onun altına da “Bizans artığı orospu çocuğu” yazmış.
*
Diyanetten maaş alan bu imam’ın görüşlerini okuyunca, İsmail Hakkı Tonguç’un ne kadar ileri görüşlü olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.
*
Çünkü… Atatürk’ün vefat ettiği günü “bayram” olarak kutlayabilmek için, Emin Çölaşan gibi yurtsevere “bizans artığı orospu çocuğu” diyebilmek için, sadece yobaz olmak yetmez…
Özel eğitim gerekir.
*
Köy enstitülerini kapatıp, onların yerine imam hatipleri monte etmenin, kaçınılmaz neticesidir bu.
*
Atatürkçü, yurtsever, aydın din adamlarımızı elbette tenzih ediyorum, eminim onlar da bana katılacaktır… Emperyalizmin maşası, karşıdevrimin uşağı, silahsız işgalin borazanı, siyasal dinciliğin arka bahçesi haline getirilmeye çalışılan imam hatiplerin, mutlaka ve mutlaka yeniden ele alınması gerekiyor.
*
Lütfen Tıklayın : Kızılçullu ve Çocukluğum
*
Hani CHP ne yapmalı filan diye soruyorsunuz ya… Açıkça, mertçe, kıvırmadan, burdan başlamalı.
Demokrasinin kolay olanını değil…
Zor olanını seçmeli.
12 Kasım 2015
İKİZLERİN DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ !
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam. İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum.” dedi.
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu.
Selâm verdikten sonra, fırıncının tezgâhına yaklaşarak; “Ekmeklerimi alayım! Benim ikizler acıkmıştır.” dedi.
Fırıncı, adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgâhın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden 4-5 tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgâhın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fırıncıya sordum:
- Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak dedin ya!..
- Bayat ekmekleri kendisi istiyor. Çok fakir bir adam. Ona bayat ekmekleri yarı fiyatına veriyorum.
- Kim bu adam?
- Kendisi Kore gazilerinden. Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefât edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşı var.
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum. Fırıncıya yavaşca dedim ki:
- Aradaki farkı ben vereyim. Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler.
Fırıncı, teklifimi kabul etti. Biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgâhın altına koyarken ihtiyara takıldı:
- Bugün çok şanslısın hacı amca. Çocuklar için sana pasta gibi ekmek vereceğim.
Yaşlı adam, bir evlât sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırarak kapıdan çıkarken bana döndü ve dedi ki:
- Allah, senden razı olsun evlâdım. Bugün onların doğum günüydü..
DÜNYADA BİNLERCE AÇ İNSAN VARKEN LÜTFEN İSRAFTAN KAÇINALIM..
Alıntı
05 Kasım 2015
"Bana inandığınız için çok teşekkür ederim, öğretmenim."
Okulun ilk gününde, 5. sınıf öğretmeni Mediha hanım sınıfta öğrencilerine baktı, birçok öğretmen gibi çocuklara bir yalan söyledi ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi.
Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış, adı Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı.
Mediha öğretmen, bir yıl önce Mustafa yı izlemiş ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu, sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemlemiş, ilave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu.
Öyle bir noktaya geldi ki, Mediha öğretmen onun kâğıtlarına kırmızı kalem ile kırmızı büyük işaretlemekten, kalın çarpılar (x) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük harflerle zayıf yazmaktan zevk alır oldu.
Mediha öğretmenin okuldaki her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu, Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun durumunu gözden geçirdiğinde, bir sürprizle karşılaştı.
Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
"Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapar, çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli"
İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
"Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesi ölümcül bir hastalığa yakalandığı için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı mücadele içinde geçiyor."
Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
"Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında onu etkileyecek."
Dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:
"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor."
Bunları okuyuyan Mediha öğretmen problemi kavradı ve kendinden utandı.Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile kendini çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti. Mustafa nın hediyesi; Bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı.
Mediha öğretmen onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Paketten, taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı.
Ama o, bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için bekledi.
"Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz. '
Çocuklar gittikten sonra, Mediha öğretmen en az bir saat ağladı.
O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna doğru, Mustafa sınıfın en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri oldu.
Bir sene sonra, Mediha öğretmen kapısının altında, bir not buldu, Mustafa, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.
Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.
Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Mediha öğretmenin tüm yaşamında ki en iyi ve en favori öğretmeni olduğunu yazmıştı.
Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldığını, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektupta, onun hala karşılaştığı en iyi ve unutulmaz öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz daha uzundu. Mektup söyle imzalanmıştı,
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)
Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var. Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyor ve evlenme töreninde Mediha öğretmenin damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.
Şüphesiz Mediha öğretmen bunu sevinçle kabul etti.
Tahmin edin ne oldu?
Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa'nın annesinin kullandığı parfümden sürdü.
Birbirlerini kucakladılar ve Prof. Dr. Mustafa, Mediha'nın kulağına şöyle fısıldadı,
"Bana inandığınız için çok teşekkür ederim, öğretmenim." "Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için"
Mediha öğretmen, gözlerinde yaşlarla, "Mustafa, yanlış şeylere sahiptim.... Bir fark meydana getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum"
Birinin hayatında bir fark oluşturmaya çalışın. Bunu iletin, birinin yüreğini ısıtın, hayatında bir fark oluşturmaya çalışsın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)