/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

22 Mayıs 2013

Sizin Gibi Aydının Yediden Yetmişini



Sahte aydın gömleği giyenler kulak versin! 
Özür denen şu haltı yiyenler kulak versın 
Hepimiz ermeniyiz diyenler kulak versin!
Rüzgara karşı yaptı alayınız çişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bana bakın Türk'e diş bileyen özürlüler 
Ermenilerden özür dileyen özürlüler 
Size aydın diyorlar dalayan özürlüler 
Köpek bile göstermez sahibine dişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Kiminiz profesor kiminiz yazarsınız. 
Türk ekmeği yersiniz yedikçe azarsınız.. 
Arkasından her türlü kuyuyu kazarsınız 
Yeter artık bırakın bu milletin peşini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bu özürden gayeniz çıbanı uclandırmak 
Güya Türk'ün agzıyla Türk'leri suçlandırmak 
Ermeniye koz verip tezini güçlendirmek 
Kaç dolara kestiniz bu özürün fişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Her biriniz nobellik bir orhan pamuksunuz 
Ve hatta bana göre ondanda yamuksunuz 
Türk'ün canı yanarken gözleri yumuksunuz.. 
Kör olur görmezsiniz ermeni tedhişini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

1915′ den dem vurmayın hiç bana  
Vurursanız buyurun! Söyleyin Erivana
Açalım arşivleri herşey cıksın meydana! 
Kim soy kırım ettiyse,edeni etmişini.. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bindokuzyüz onbeşte köyleri basan kimdi? 
Yaşlı ve kadınları iplerle asan kimdi? 
Kundakta bebeklerin başını kesen kimdi? 
Konuşalım tarihin gelmişi geçmişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini... 

Dünyanın her yerinde puşt pusular kuruldu. 
Büyükelçi,Konsolos Ateşe'ler vuruldu 
Ne bir özür dilendi ne hal hatır soruldu 
Ermeni yapmadımı terörün müthişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Soruyorum Taşnak ne? Ne iş yapar asala 
Asala dedim miydi başlarsınız masala 
Bakın beyler bu işler sizi aşan mesele 
Haddinizi aşmayın herkes yapsın işini.. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Plan dedim kızdınız işte siz plansınız.. 
Yıllardır koynumuzda beslenen yılansınız. 
Tehcirle gidenlerden geriye kalansınız 
O yüzden biliyorum karnınızın şişini. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Meşhur ata sözüdür domuz gönü post olmaz.. 
Ermeniden dost olur ama sizden dost olmaz 
Bir ülkede ihanet bu kadar serbest olmaz 
Ozan arif bulmak zor  TÜRKİYE’ nin eşini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...
                                                     Ozan Arif
Alıntı

20 Mayıs 2013

HANCI


HANCI 

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş...

Sıla burcu burcu ille ocağım...
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur başucuma sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa 'dan...
Hancı, ne olur, elindeki şişeden
Bir kaç yudum daha ver yavaş yavaş!..

Ben o gece hem ağladım hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde'yi geçtim,
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş...

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim çekinme, doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...

Bende bir resmi var yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük...
Garip birde sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş...

İşte hancı! ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim?
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim?
Şu benim hesabı gör yavaş yavaş...

                                    Bekir Sıtkı Erdoğan

HAN DUVARLARI


 HAN DUVARLARI
                                               -Osmanzade Hamdi Bey'e-
    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
    Bir dakika araba yerinde durakladı.
    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,    
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...    
    Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,    
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.    
    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!    
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,    
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...    
    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,    
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,    
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...    

    Ellerim takılırken rüzgârların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına.    
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,    
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.    
    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.    
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince    
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.    
    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.    
    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,    
    Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,    
    Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan    
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,    
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...    
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine    
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;    
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,    
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,    
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.    
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri    
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya    
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.    
    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,    
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı    
    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler    
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...    
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,    
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;    
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,    
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...    
    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,    
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken    
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;    
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
    Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa    
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;    
    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan     
      Baba ocağından yar kucağından     
      Bir çiçek dermeden sevgi bağından     
      Huduttan hududa atılmışım ben"     
    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.    
    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;    
    Araya gitti diye içlenme baharına,    
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri    
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,    
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...    
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,    
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,    
    İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden    
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,    
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;    
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...    
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli    
    Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"    
    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana    
    Biz menzile vararak atları çektik hana.    

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş    
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
     "Gönlümü çekse de yârin hayali     
      Aşmaya kudretim yetmez cibali     
      Yolcuyum bir kuru yaprak misali     
      Rüzgârın önüne katılmışım ben"     
    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde    
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
     "Garibim namıma Kerem diyorlar     
      Aslı'mı el almış haram diyorlar     
      Hastayım derdime verem diyorlar     
      Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"    
    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
    Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
    Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
    "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    Dedi:    
           "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...    
    Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.    

    Aradan yıllar geçti işte o günden beri    
    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,    
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..    

                              Faruk Nafiz ÇAMLIBEL 

Namdar Rahmi Karatay 'dan Bir iki şiir

Geçti Bor’un Pazarı

Başta kavak yelleri estiği günler hani? 
Beklediğin nişanlar, şerefler, ünler hani?
Aradığın sevgili, şanlı düğünler hani? 
Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Sende cevher var imiş bunu herkes ne bilsin. 
Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin? 
Şöyle bir dairede müdür bile değilsin. 
Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Bilmem ki ne olmaktı senin gayen, maksadın ? 
Fare gibi kitapların arasında yaşadın. 
Ne dans ettin eğlendin, ne sevdin kız kadın, 
Kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye? 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Gönül ne çalgı ister, ne eğlence ne de dans, 
Ne güzel kadınların önlerinde reverans. 
Kapandıkça kapandı bunca yıldır kahpe şans. 
İhtiyarlık gölgesi perde çekti dideye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Fırsatı iyi kolla, sakın olma dangalak, 
Keyfine bak dünyada gülerek, oynayarak. 
Sende iç şampanyalar, viskiler bardak bardak,
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Hasan'ın böreğine vaktinde yetişmeli, 
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli. 
Yanıp da kavrulmadan mükemmelen pişmeli, 
Yoksa seni almazlar hiç bir yere çiy diye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

                                       ***************
Salla Başını Al Maaşını

Ey inleyen zavallı; bulmuşsun kırk yaşını,
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehir taşını!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.

Tatar ağası gibi öyle dolaşma yaya
El oğluna baksana, ne ar kalmış ne haya!
Sen de bulup bir dayı hemen arkanı daya!
O ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını

Kör kadıya şehla de, incitme düztabanı
Düşküne ver nasihat, kodamana arkanı!
Zengin ol sen de aşır her dağdan arabanı,
Tekerine taş korlar sallamazsan başını,
Dilini tut uslu dur, her ay al maaşını

Bir kalantor görünce yerlere kadar eğil
El pençe ol, divan dur, bu şerefsizlik değil!
Uşaklığı meziyet, riyayı fazilet bil
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını

Şeflerle iyi geçin, amirle bul arayı
Azıcık sen de öğren dalgayı dubarayı
Bırakıver kanasın vicdan denen yarayı!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını!

Köpeklerle boğuşma, tepişme hiç katırla
Hamamda kavga olmaz sütü bozuk natırla
Kulağına küpe yap, bu sözümü hatırla:
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.

Diyorlar ki taç bile baş eğilmezse konmaz,
Önünde eğilirsen kılıç bile dokunmaz.
Dik durdukça bir başa devlet kuşu da konmaz,
Bu dünyada kaide sallamaktır başını
Eğil bükül gerdan kır, her ay al maaşını.

Bir güvercin eder mi atmacalarla yarış?
Öğrenmedin dünyayı gezdin de karış karış
Gel vazgeç bu sevdadan, haydi kervana karış
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını
Sürüden ayrılma ki versinler maaşını.

Artırmaya konmuştur terfiler maliyede,
Bu usulle yapılır nakiller saniyede
Söylesen de faydasız Vali-yi Aliye de
En iyisi hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını

İrtikapla irtişa sanma ki güç bir iştir,
İlmini bilen için ismi alış veriştir
Usulünü öğren de bu nimetten veriştir!
Her lokmada hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını

Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını.

                                            Namdar Rahmi Karatay