/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

26 Ekim 2007

KİM YAZMIŞSA YAZMIŞ...

KİM YAZMIŞSA YAZMIŞ...

Sayın Başbakan,

Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının
teriyle genç yaşta gemi aldı. Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası'ndaki
başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile
iltifatlarına mazhar oldu. İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın.

Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında
nasıl içi titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz...

Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl
geçirir, Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay
boyunca geceyi gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi
içini yiyerek seyreder, telefonda konuştuğunda "Operasyona gidiyoruz,
hakkını helal et baba" diyen oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz.

Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da
deniz yok, Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır,
yakışık almaz. Yani Burak güvende. Allah bağışlasın.

E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı. Şimdi ise
Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking
Institution'da. İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde
Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! Osman Baydemir'i
ağırlamıştı, hatırlatırım. Yani sözün kısası Bilal de Washington'da,
güvende. Allah bağışlasın.

O yüzden de "Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz" diyen bir
vatandaşa gönül rahatlığıyla "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir,
canım kardeşim" diyebiliyorsunuz.

Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben
de sizin "Canım kardeşim" diye hitap edebildiklerinizdenim. Can
kardeşliğin verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum.

Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, "Askerlik yan
gelip yatma yeri değildir" dediğiniz için; şehitlere "kelle" dediğiniz
için hiç mi utanmıyorsunuz?

Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar
etmeyi; hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?

Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir
ağızdan sizi ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani
mesela, "Yan gelip değil, can verip yattılar" diye bağırırken binlerce
kişi, "Yer yarılsa da içine girsem" diyebiliyor musunuz?

Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken
yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?

İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda
gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz?

Şimdi sürekli "şehitlik üzerinden siyaset yapmayın" diyorsunuz ya
meydanlarda. Peki, o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri
ile gazilere TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu
durumda asıl siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?

Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size. Aynaya baktığınızda ne
görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz?
Kelle deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz? O mağrur, çocuk
bakışlı erler, onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların
"Vatan Sağ olsun" derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor?

Bir "canım kardeşiniz" olarak olanca samimiyetimle soruyorum. Bu kadar
sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?

Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un
iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının
teriyle gemi alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış.

Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar. Allah bağışlasın.

Not: Bana gelen bir E-Posta'dan alıntıdır.

JERVENİ(Agios Antonios)'yi Anlatan Bir Yazı

İkisi Ürgüp Cemilköy’de, biri Sinasos’ta yaşayan üç mübadilin hayatı... Bu hayatlarda ölümler, açlıklar ve çileler var. Siz vatan değiştirmeyi kolay mı zannediyorsunuz? O mübadillerin hayatlarının başladığı yer Kesriye’nin Jerveni Köyü...

Allah’a inandıkları kadar inanmışlar Mustafa Kemal’in söylediği var sayılan o sözlere.
Ne demiş Mustafa Kemal?
"Merak etmeyin hemşerilerim. Ben sizi gittiğiniz yerden ya 40 günde ya da 40 yılda aldırırım…"
40 gün evlerine girmemişler.
40 gün beklemişler denklerini açmadan.
40 gün beklemişler iş yapmadan.
Beklemişler, "geri dönün" müjdesi ha bu sabah, ha yarın sabah gelecek diye.
O müjdeyi bir türlü işitememişler, umutları kırılmış ve gerçeği kabul etmişler.
Ama yine de 40 yıl yüreklerinin derinliklerinde Mustafa Kemal’in söylediği var sayılan o sözleri saklamışlar.
Aradan 80 yıl geçti.
Umut o ayrılık günleri yaşayanlar için eski tadı olmayan bir özlemdir şimdi.
Onlar, 80 yıl önce bugünlerde, kendi rızaları dışında mübadeleye tabi tutulup ana kucağı, baba ocağı Kesriye’nin (bugün Kastoria) Jerveni Köyü’nü (bugün Agios Antonios) terk etmek zorunda kaldılar.
Jerveni’den 1924 yılının Temmuz ayında başlayan zorlu yolculuk, arkalarında ölüler bırakarak Ürgüp’ün Sinasos (bugün Mustafapaşa) Beldesi’nde ve Cemilköy’de sona erdiğinde yüz yüze geldikleri ilk gerçekler yokluk, yoksulluk ve açlıktı.

Bugün ikisi birinci kuşak üç Kesriye, Makedonca söylenişiyle Kostur mübadili anlatacak, ben yine diğer röportajlarda olduğu gibi tarihe not düşeceğim.
Ve yine bir kez daha altını çizeyim, anlatılanlar ailenizin yaşadığı gerçekler olabilirdi.
Jerveni’den çıktılar yola
Jerveni Köyü’nden 85 yaşındaki Cevdet Gümüşsoy Cemilköy’de oturuyor. Anadili Makedonca.
Mübadele gerçeğiyle köyündeki düğünde karşılaşmış Gümüşsoy. Düğün coşkusuna Türkiye’den gelen Rumların hüznü karışmış.
Şimdi sıra Cevdet Bey’in anlattıklarında:



"Öz babamın adı Kasım. Amcam Ahmet, çocuğu olmadığı için beni nüfusuna geçirmiş. Ahmet babam Jerveni’nin dükkânını ve kahvehanesini işletiyor, öz babam da davarlara bakıyordu. Ahmet babam dokuz sene Amerika’da çalışmış, Jerveni’ye çok parayla dönmüş. Köyün varlıklı ailelerinden sayılırmışız. Jerveni’de halk odunculuk yapıyordu. Köy orman köyüydü. Bir kısmı da hayvancılık yapardı. İki hayvanla köyden 15 kilometre ötedeki Kostur’a odun satmaya giderlerdi. Babamın 700 davarı vardı. Mübadele olduğunda davarları tavuk fiyatına satıldı."

"Birgün köyümüze Türkiye’den Rumlar geldi. Kış başlamıştı. Anladık o zaman bir şeyler olacağını. Rumlarla altı ay beraber oturduk. Bu altı ay içinde aramızda münakaşalar çıktı, kavgalar oldu. Yaz gelince göç başladı. Kâh at sırtında, kâh at arabalarıyla Jerveni’nden Soroviç İstasyonu’na gittik. Trenle Selanik’e vardık.

 Selanik’te 15 gün Gülcemal Gemisi’nin gelmesini bekledik. Bu arada bize aşı yaptılar. Gemide tuvaleti güverteye, hani inşaatlarda derme çatma kulübeler vardı ya, öyle kurmuşlardı. Kadının biri tuvaletini yaptırırken çocuğunu denize düşürdü. Bir zamanlar, daha ben doğmadan, Jerveni’de bir katliam olmuş. O katliamdan yaralı kurtulan bir köylümüz gemide öldü. Onu hemen denize attılar.

 Gülcemal İzmir’in Urla İlçesi’ne yanaştı. Üç dört gün Urla’da kaldık. Urla’dan tekrar gemiye bindik. Mersin’e ulaştık. At arabalarıyla gittiğimiz Tarsus’un Yenice İstasyonu’ndan trenle yola çıktık. Tren Ulukışla’da arızalandı. At arabalarıyla perişan durumda Niğde’ye ulaştık. Bir ay çadırlarda kaldık Niğde’de. Bir aydan sonra yine at arabalarıyla Ürgüp’ün Sinasos (Mustafapaşa) Kasabası’na geldik. 1924’ün Eylül başıydı. Evlere yerleştik. Beş on gün kaldık. Bize, ‘yukarıda Cemilköy var, oraya gitmek ister misiniz?’ diye sordular. Babalarımız kabul etti. Akrabalarımız Sinasos’da kaldı."

Yollarda 120 kişi öldü
Jervenili mübadillerin yolculuğu neredeyse üç ay sürmüş.
O çile yolculuğunu şöyle anlattı Cevdet Gümüşsoy:

"Köyden 120 kişi o zor şartlara dayanamayarak yollarda öldü. Küçük kardeşim Abidin de yolculuğa dayanamadı ve Niğde’de öldü. Karada ölenleri öldükleri yere defnettik. Arif Hoca, Bayram Hoca adında iki hocamız vardı. Ölülerimizi bir çukur kazıp oracıkta gömüveriyorduk. Vapurda ölen bazı çocukları kaptana söylemeyip sakladılar. Ölen bebeleri anneleri sanki emziriyormuş gibi göğüslerinde tutarak sakladılar. Onları da karaya çıkınca gömdük. Çok perişanlık çekildi, çok."

"Cemilköy’de evlere girdik, sıçan düşese başı yarılır. Evler bomboş. Rumlar eşyalarını satıp gitmiş. Yiyecek bir lokma ekmek yok. Büyüklerimiz Ürgüp’e gitti zahire almaya. Babam dönüşte yoruluyor. Ürgüp Cemilköy arası 15 kilometre. Zahire çuvalını bir taşın üzerine koyup dinlenmeye başlıyor. O sırada yoldan eşeğiyle geçen bir ihtiyarı görüyor. Babam o ihtiyardan eşeğini bir kırmızı liraya satın alıyor da zahireyle köye gelebiliyor. Zahireyi alıyor ama ekmek yapmak için buğdayın öğütülmesi gerekli.Yakında Damsa (Taşkınpaşa) Köyü var. Su değirmeni orada. Değirmen gece su Ürgüp’e akarken ancak dört saat çalışıyor. O dört saatte değirmen ne kadar un öğütürse öğütüyor. İki gece babama sıra gelmiyor. Biz evde bir sedirde babaannem Fevziye ve ağabeyim, bir sedirde de annem ve ben yatıyoruz. Dördümüz de açız. Babaannem bir sedirde ağlar ‘açım’ diye, ben bir sedirde. Nihayet babam eve gelebildi. Annem alel acele ekmek yaptı. Mis kokulu sıcacık ekmeği yavan yiyerek karnımızı doyurduk. Buraya gelince açlık da dahil ne çileler çektik bir bilsen. Bir de ilk zamanlar Cemilköy’ün yerli halkı tarafından hor görüldük. Cemilköy mübadeleden önce yarısı Türk yarısı Rum bir köymüş. Bir gün baktık, yerlilerin ileri gelenlerinden biri halkı toplamış ‘Macırlara yüz vermeyin. Bunlar cehennem olup gidecek. Rumların malları bize kalacak’ diye nutuk atıyor. Cemilköy’e muhacir geldiğimizde Sıhhiye Nuri Efendi vardı. Ara sıra gelip köyü yoklardı. Kim hasta kim diri bakardı. Jerveni’den bizle birlikte buraya demirci Romanlar da geldi. Şimdi onların torunları demirciliği bıraktı, çalgıcılık yapıyor. Memleketten ayrılırken bir kadın babaanneme, ‘bize bir isim takılacak. O isim kıyamete kadar silinmeyecek’ demiş. Şimdi bize macır diyorlar. Cemilköy halkıyla birbirimizi tanımamız uzun zaman aldı. Aramızda çok kavgalar çıktı. Bizimkilerin gözü biraz karaydı. Yıldırdık yerlileri. Anlaşmamız uzun sürdü. Şimdi birbirimizden kız alıp veriyoruz. Mübadil olmak bizi mahvetti. Jerveni’den ayrıldığımıza annem, babam çok üzülmüştü. Kolay mı malını mülkünü, tarihini geride bırakmak. Memleketimi, doğduğum yeri görmek istiyorum. Eğer memlekete gidebilirsem önce doğduğum evi görmek isterdim."

Uykuda sayıklanan memleket

Birinci kuşak diğer Jervenili Cavit Salman da 85 yaşında. O, Sinasos’ta oturuyor.
Salman şöyle konuştu :
belâ Niğde’ye gelebildik. Niğde’de çadırlarda kaldık. Kağnı arabalarıyla Ürgüp’e, oradan buraya, Sinasos’a geldik. Şimdi kardeş gibiyiz .
Yolculuk neredeyse üç ay sürdü. Eşyalarımızı bir yere koydular. Bir bekçi bize oturacağımız evleri gösterdi. Rum evleri boştu geldiğimizde. Biz sadece yatak yorgan getirmiştik. Sonra hükûmet tarla verdi. Lâkin babalarımız Sinasos’a ısınamadı. Sinasos’un yerli halkı da bizi bir türlü sevmedi. Buranın yerlileri vaktinde hep Rumların yanında calışmış. Onların çıraklarıymış. Yerliler bizim delikanlıları dövmek isterdi. Ama onlar karşısında eğilmedik. Bizimkiler çarşı meydanında yerli halktan iki kişiyi öldürdü. Bir kişinin de nacakla elini kestiler. Birbirimizi tanıyıp anlamak uzun sürdü. Neredeyse 20 sene. Sonra iki halk birbirini tanıdı. Artık birbirimizden kız alıp veriyoruz. Şimdi hepimiz kardeş gibi geçiniyoruz. Başta bize gâvur gözüyle baktılar. Kılık kıyafetimiz farklı, dilimiz Türkçe değil Makedoncaydı. Üç cami vardı geldiğimizde Sinasos’ta. Camilerde bizim hocalarımız namaz kıldırıyordu. Dinimizi bizim hocalar öğretti yerlilere. Memlekette pek zengin adam yoktu. Türkçe bilmiyorduk. İki üç kişi biliyordu. Buraya geldiğimizde mesela ‘patates sökmeye gidiyoruz’ diyemezdik. Biz Türkçeyi öğrendik ama yerliler Makedonca öğrenemedi. Burada çiftçilik yaptık. Ekin ektik. O zaman yol parası
vardı. Davara vergi vardı. Menderes zamanında vergiler kalktı. Ben sıvacıydım. Mesleği Sinasos’ta öğrendim. Babam rahmetlik uykusunda memleketi sayıklardı. Benim de memleketim Jerveni ama artık vatan burası."

Göğe yükselen mavi alev Hüseyinoğulları’ndan Ömer Özbakır 2. kuşak Jerveni mübadili. 1925 yılında Cemilköy’de doğmuş.
Özbakır, ailesinden duyduklarıyla Jerveni’yi mübadeleyi, mübadilliği şöyle anlattı:

"Eski memlekette dedelerimizin babalarımızın yaşadığı Jerveni’nin etrafında hep Rum köyleri varmış. Jerveni tek Türk köyüymüş. Dedelerimiz babalarımız küçük baş hayvan ticareti yapar, kendilerine yetecek kadar sebze yetiştirirmiş. Babam memlekette çiftçilik yaparmış. 300-350 davarı varmış. Köy halkının bir kısmı da odunculuk yaparmış. Çok eskiden çete savaşları varmış Kostur’da, Jerveni’de. Gece eve gelmeyenin hayatından endişe edilirmiş. Çeteler bizim köyü iki sefer yakmış. Birinde altı ay, ikincisinde bir sene köy halkı Kesriye’ye göç etmiş. Annemin babası Meka Mehmet yüzbaşıymış. Köyün asayişinden sorumluymuş. Çeteciler köyü ikinci sefer bastıklarında aralarında dedemin de olduğu köylüler bazı evlerde toplanmış kendilerini savunmak için. Bir türlü dışarı çıkamıyorlarmış. Köyü yakıp yıkmışlar. Cami yanarken göğe mavi bir alev yükselmiş ve ezan sesi duyulmuş.

Köy halkı susuzluktan kırılıyormuş baskın sırasında. Dedemin evinde bir kör kuyu varmış. O kuyudan su çıkmış durup dururken. Bunu bana mübadeleyle Cemilköy’e gelen bir kadın anlattıydı. Şimdi rahmetli oldu. Bu olay onun çocukluğuna rastlamış. Sonra Kesriye’ye gidip bir sene kalmışlar. Balkan Harbi ondan sonra başlamış. Babam Karanfil Ağa jandarma askeri olarak Balkan Harbi’ne katılmış. Babam bir ara altı sene Amerika’da çalışmış. Ailem mübadele olacağı haberini aldığı günlerde Jerveni’ye Karadeniz’den Rumlar gelmiş. Rumlarla altı ay beraber oturmuşlar. 1924’ün yaz aylarında yola çıkmışlar. Babamın yeni yaptırdığı dört evi bırakarak önce Selanik’e, oradan da Urla’ya gelmişler. Urla’dan yine gemiyle önce Mersin’e sonra Tarsus’a, Tarsus’tan trenle Ulukışla, at arabalarıyla Niğde, Ürgüp ve Sinasos, oradan da Cemilköy. Cemilköy’den 150 hane Rum gitmiş, biz 40 hane yerleştirilmişiz. Bizimkiler Cemilköy’ün yerli nüfusuyla pek bağdaşamamış. Yerliler ilk zamanlar bize hiç yardımcı olmamış. Ev ve araziyi gelir gelmez almışlar. O yönden sıkıntı çekilmemiş. Jervini’de doğan ağabeyim Sinasos’ta ölmüş. Biz Cemilköy’de yerli mahallesinde oturduk. Onun için annem babam Makedonca konuşmazdı. Ben o yüzden Makedoncayı anlıyorum ama konuşamıyorum.
Çocuklarım hiç bilmiyor. Babam memleketi olarak burayı görüyordu. Onun ağzından Kesriye’yi, Jervini’yi özlediğini belirten şey duymadım.”
İskender Özsoy 



Daha Büyük Görüntüle
----------------------------------------------------------------------------------
https://youtu.be/qTDNZDwuZhU
İşte 20 - 28 Haziran 2007 Tarihleri arasında Mustafapaşa Belediye Başkanı Mustafa Özer Ve Meclis Üyelerinden oluşan bir grubun JERVENİ gezisinden Görüntüler....


----------------------------------------------------------------------------------


13 Ekim 2007

Bu gün Şeker Bayramının ilk günü...

Evet Bugün Şeker Bayramının ilk günü.
Sabahtan akşama kadar evden çıkamadım. Gelen konuklarımı karşılamkla akşamı ettim.
Akşam Şöyle bir mesajlarıma göz attım.
işte bunlardan biri:

Merhaba;
Çok eskidendi belki el öpmeler, kenarı dantelli mendiller içinde şekerler, avuca zor sığan kocaman 2,5 liralık bayram harçlıkları... Postacının getirdiği, uzaktaki dostların bayramını kutlayan bayram kartları... Aniden yok oldular, yittiler eskilerde bir yerlerde. Yıllarca sadece seyahate gidenler tesadüfen karşılaştılarsa kutladılar birbirlerinin bayramlarını. Artık bayramlar sadece birer "fırsat" oldu, yorgun bedenlerin dinlenmesi için... Ve bir gün sanal alemle tanıştık ve yeniden hatırladık bayramlaşmanın keyfini... Kenarı dantelli mendiller, parlak kağıda sarılı şekerler, madeni 2,5 liralık bayram harçlıkları yoktu belki ama bir küçük haber vardı dostlardan; uzun süredir karşılaşmadığın, hala aynı adreste olup olmadığını bilmediğin... Sanal da olsa hatırlandığını, unutulmadığını öğrendiğin..
..Ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi:
Bayramınız Kutlu Olsun :)
İ. Arda ÇANKAYA

Öylesine hoş bir kutlama mesajı beni taaa yıllar öncesine götürdü..
Teşekkürler Arda'cığım...
Daha Nice Bayramlara..