/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

29 Mart 2015

ATATÜRK ve HALİL AĞA'NIN MÜTHİŞ ÖYKÜSÜ






Yüce önder Atatürk Cumhuriyet’i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü.Yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu.
Bir gün canı iyice sıkılmıştı.Nuri Conker’i yanına çağırarak:
“Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten..”
Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak,büyük bir haksızlık olacaktı.
“Tamam ,sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım..”
Atatürk ve Nuri Conker,birinin hazırladığı,ötekinin uyguladığı plan sonunda Florya Köşkü’nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten kaçtılar.Altlarında ,Nuri Conker’in bir arkadaşının arabası vardı.Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkartarak,Çekmece’ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk’ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.
İndiler. Köylüye seslendi:
"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
"Kolay gelsin"
"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?"

Köylü isteksiz konuştu:
"Tanrı’nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"
"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."
"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin…"

Köylü güldü:
"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.
"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.
"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini… Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk’ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.

Kestirip attı:
"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:
"Adın ne senin Ağa?"

"Halil… Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler…"

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa’ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor. Florya Köşkü’ne iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona… Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya…Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa’mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni…"

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.
"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek… Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk’ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba’ya borçtur. Ödenmesi gerek… Otomobil hareket etti. Atatürk’ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa’nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da ‘Devlet Baba’ diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul’da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa’yı bul, onlara da haber ver."

Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker’e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa’ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. ‘Seni sevdi, sana öküz alıverecek’ diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."

O akşam Atatürk’ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’dan oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk’ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa’yı Atatürk’ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker’le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa’yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa’ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

‘Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk’ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:
"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"

Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa’nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki…"

"Olmadı bu, Halil Ağa… Bana dediğin gibi, dosdoğru…"

"Böyle demedik mi beyim?.."
"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri’ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri…"

Atatürk gülmeye başladı:
"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa… Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız… Söyle bana, orada dediğin gibi…"

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla ‘Bırak bu sağarı’ diye bir laf kaçırmışım…"

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa’nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün…"

Atatürk Halil Ağa’yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:

Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor, Florya Köşkü’ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."

Atatürk’ün sesi iyice sertleşti:
"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya…"

"Yalnız sağar değil, ’sağarın sağarı’ değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk’ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu.
"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:
"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. ‘Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek’ demiştin." Halil Ağa’nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"’Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri’ demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa… Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet… Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre’den mi olur, İtalya’dan mı olur, Fransa’dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe’ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi’ne… Bu Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da ‘hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok’ derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa’nın öküzünü çeker, satar… Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda… Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa… Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana ’sarhoş’ der…"

Halil Ağa’nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir… Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer…"

Atatürk sordu:
"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa’ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk’e döndü:

"Yunan’ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki… Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem…"

Halil Ağa Atatürk’ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk’ün ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay… Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker’e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa’nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk’ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu… Şimdi bu adam milletin karşısında ‘adam olmak,’ bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk’ten
ayıramıyordu:

"Halil Ağa’nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa’nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız… Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı var, Bitlis’i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

T.Fikret BİLGİN
-Kaynak : İsmet Bozdağ”Atatürk’ün Fikir Sofrası”
- Kaynak:NURİ CONKER Zabit Ve Kumandan; Türkiye İş Bankası yyn., Ankara, 1959, s.3-7

23 Mart 2015

ÇANAKKALE ZAFERİ 100. YIL DÖNÜMÜ GEZİMİZ

ÇANAKKALE GEZİMİZDEN SEÇMELER..


 Çanakkale'ye llk kez 1975 Yılı Ağustos ayında MEB 'in açtığı meslek içi Yetiştirme Kurslarından biri olan (RESİM KURSU) na katıldım. Çanakkale Erkek ilk Öğretmen Okulundaki binalarda misafir edildik. sabah 8-12 arasında kurs çalışmaları öğleden sonra serbest olup Çevre gezileri,Tekne gezintileri, Halk plajında Yüzerek zamanımızı değerlendiriyorduk. Aynı anda 3-4 kurs vardı.150-200 kişi  kadar vardık. Yatılı Okul olduğu için tesisler mükemmel ve her ihtiyacı karşılar durumdaydı. Bu Mükemmel Eğitim ve Dinlence 26 gün sürdü. Veda Gecesi düzenlendi. Herkes Çanakkale Ruhu ile donanımlı olarak eğitim yuvalarına döndüler.  Her gün öğleden sonra ayrı bir bölgeye tur düzenleyerek çevreyi karış karış gezdik. Aradan  Tam 40 yıl geçti.
 İlk gidişimde şehitlerimiz için gerekli ihtimam gösterilmemişti. Şehitlikler darmadağın, düzensiz, bakımsız hatta sahipsiz gibiydi. İngiliz, Fransız, ANZAC  mezarlıkları Villa bahçeleri gibi çimlendirilmiş ve bakımlıydı. Bu durum karşısında Öylesine üzülüyorduk ki Hüngür hüngür ağlayan arkadaşlarımıza katılmamak mümkün olmuyordu.
   Şimdiki hali Yüreklerimize su serpti. Gurur duymamak elde değil. Her şeyimizi borçlu olduğumuz  Çanakkale şehitleri için alttaki şiirde dediği gibi onlar için ne yapsak azdır..
 Çanakkale Şehitlerine  Şiirinden...


    Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
  İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
                Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...          
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
   Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
     Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
   Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
  Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
.......
                                            Mehmet Akif Ersoy
 Aynı duygu ve heyecanla gezmek için bu 3. gidişim. Çanakkaleyi gezmeyen çok şeyden mahrum kalmış demektir. O ruh , O heyecan,O duygu ve vatan sevgisidir ki; bu günü  O ruhla savaşan gazi ve şehitlerimize borçluyuz.
   Tüm Şehit Ve Gazilerimizin Ruhları Şad olsun.

                                               

19 Mart 2015

Çanakkale Savaş Alanları Gezi Rehberi





41. Canterbury Mezarlığı
42. No.2 Outpost Mezarlığı
43. New Zealand No. 2 Outpost Mezarlığı tepe ve  yamaçlarda bulunmaktadır.
44. Embarkation Pier Mezarlığı                
45. 7.Field Ambulance Mezarlığı              
46. Damakçılık Bayırı Kitabesi                
47. Hill 60  Mezarlığı  ve  Anıtı              
48. Green Hill  Mezarlığı                        
49. Hill10 Mezarlığı                          
50. Lala Baba Mezarlığı
51. Büyük Kemikli  Kitabesi
52. Azmak Mezarlığı
53. Kireçtepe Jandarma Anıtı, Şehitliği ve
54. Yusufçuktepe Kitabeleri
55. Küçük Anafarta Topları
56. Yarbay Halid Bey ve Yarbay Ziya Bey Mezarları
57. Üstğm. Halit Efendi ve Astğm. Ali Rıza Efendi Mezarları
58. Üstğm. Hasan Tahsin ve Alay Müftüsü Mezarları



03. Kanlıdere Hastane  Şehitliği                    
04. Kabatepe Taratma  Merkezi                        
05. Kemalyeri Kitabesi  Kitabesi
06. Conkbayırı Atatürk Anıtı                            
07. Atatürk'ün Saatinin Parçalandığı Yer      
08. Conkbayırı Nazif Çakmak Anıtı                
09. Chunuk Bair Yeni Zelanda Ulusal Anıtı
10. Chunuk Bair Mezarlığı ve Anıtı            
11. Conkbayırı Mehmetçik Kitabeleri
12. Kocaçimentepe Bakı Terası                  
13. The Farm Mezarlığı
14. Düztepe Siperleri                                      
15. Mesudiye Topu                                            
16. Baby 700 Mezarlığı                                                                                      
17. Arıburnu Yarları                                        
18. Walkers Ridge Mezarlığı                        
19. The Nek Mezarlığı                                      
20. Mehmet Çavuş Anıtı                                                                                              
21 .57. Piyade Alayı Şehitliği ve Anıtı                                                            
22. Quinn's Post Mezarlığı                                                                    
23. Yüzbaşı Mehmet Şehitliği                                                                            
24. Yarbay Hüseyin Avni Bey Mezarı        
25. Courtney's ve Steel's Post Mezarlığı      
26. 4. Battalion Parade Ground Mezarlığı  
27. Johnston's  Jolly Mezarlığı
28. Kırmızısırt Siperleri
29. Shell Green Mezarlığı                      
30. Lone Pine Mezarlığı ve Anıtı                                                    
31 .Kanlısırt Kitabesi                                                                        
32. Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı                                                                      
33. Beach Mezarlığı                                                                    
34. Shrapnel Valley Mezarlığı                                                                  
35. Plugge's Plateau Mezarlığı                                                                      
36. Arıburnu  27. Alay Kitabesi                                                                      
37. Anzac Koyu                                                                            
38. Anzac Koyu Kitabesi
39. Arıburnu Mezarlığı                  
40. Anzac Tören Alanı




70. Mülazımsani  Mustafa Efendi Mezarı
71. Salim Mutlu Müzesi
72. Çanakkale Savaşları Galerisi
73. Mareşal Fevzi Çakmak Anıtı
74. Kaymakam Hasan Bey Anıtı    
75. Çanakkale Şehitler Abidesi    
76. Fransız Topları    
77. Fransız Mezarlığı ve  Anıtı    
78. Skew Bridge Mezarlığı  
79. Redoubt   Mezarlığı  
80. İlk  Şehitler  Anıtı  
81. Seddülbahir Cephanelik Şehitliği
82. Seddülbahir Kalesi
83. Doughty-Willy Mezarı
84. Cape   Helles Anıtı
85. Yahya  Çavuş Şehitliği ve Anıtı
86. Ertuğrul Tabya
87. V.Beach  Mezarlığı  
88. Lancashire Landing Mezarlığı
89. Pink  Farm Mezarlığı
90. Twelve Tree Copse Mezarlığı ve Anıtı
91. Son Ok Anıtı
92. Sargıyeri  Şehitliği ve Anıtı
93. Zığındere  Nuri Yamut Anıtı




01. Akbaş Şehitliği ve Anıtı                            
02. Kilye Koyu Ana Tanıtım Merkezi  
     
59. Atatürk Evi
60. Eceabat Yüzbaşı Şehitliği
61. Çamburnu Şehitler Anıtı Ana İkmal Limanı
62. İsimsiz Topçu Yüzbaşı Şehitliği
63. İstihkâm Yüzbaşı Tahir Bey Anıtı
64. "Dur Yolcu" Yazısı İstanbul-Eceabat ana karayolu üzerinde
65. Kilitbahir Kalesi  
66. Namazgah Tabyası    
67. Mecidiye Şehitliği ve Anıtı  
68. Seyit Onbaşı Anıtı
69. Havuzlar  Şehitliği  ve Anıtı Limanı.