tag:blogger.com,1999:blog-74118837550403997382024-03-13T21:29:53.494+03:00Bilgisayar DünyasıErdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.comBlogger230125tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-5082690967045246002020-04-12T19:02:00.001+03:002020-05-19T16:11:59.593+03:00İSTANBUL MİLLETVEKILİ SAYIN PROF. DR. ÜMİT ÖZDAĞ'IN DİYANET İŞLERİ BAŞKANINA YAZDIĞI *MUTLAKA* *OKUNMASI* *GEREKEN* *TARİHİ* VE İBRETLİK *MEKTUBU*<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Diyanet İşleri Başkanı<br />
Prof. Dr. Ali Erbaş<br />
Sayın Başkan,<br />
Türkiye ağır bir çoklu kriz sürecinden geçmektedir.<br />
Bu çoklu krizin ana unsurları, tek adam yönetimine geçiş ile iyice belirginleşen Devlet Krizi; Türk toplumunu ayrıştıran/düşmanlaştıran politikalar neticesinde ortaya çıkan Milli Birlik Krizi; yanlış ekonomik politikalar sonucunda ortaya çıkan Ekonomik Kriz ve 5.3 milyon Suriyeli sığınmacının ülkemize gelişiyle oluşan Sığınmacı Krizidir. <br />
Küresel ve bölgesel gelişmeler, bu çoklu krizden geçen ülkemizin önümüzdeki yıllarda daha da ağır bir politik buhran yaşayacağını göstermektedir.<br />
Emperyalist güçler, yaşadığımız krizin sonuçlarını ve gerçekleşecek buhranı istismar etmek isteyeceklerdir.<br />
Batı emperyalizmi için Doğu veya Türk sorunu 1071'de Malazgirt'e girmemizle birlikte başlamıştır.<br />
1071'de Malazgirt'ten giren Türk Ordusu, 1083'te İznik'i başkent yapmış ve Anadolu Türk Selçuklu devletini kurmuştur. Böylece Türk milletinin İslam adına birleşik Avrupa uygarlığına, Hristiyan Avrupa'ya karşı 900 senedir devam etmekte olan mücadelesi başlamıştır. İznik'in başkent ilan edilmesi üzerine 1094'de ilk Haçlı seferi başlamış ve 1272’ye kadar ardı ardına 9 Haçlı Seferi gerçekleşmiştir.<br />
Türk Milleti amacı kendisini Anadolu'dan atmak olan Haçlı Seferlerini göğüslemiş, yenmiş Anadolu üzerindeki egemenliğini tartışmasız hale getirmiştir. Haçlı Seferlerinin aşılmasını, Osmanlı Türklüğünün milletimizin egemenliğini önce Balkanlara, sonra Orta Avrupa'ya taşıması izlemiştir.<br />
Bu ilerleyiş Türk Milletinin Rumeli’ye ilk adımını attığı 1352’de başlamış, 1683’de Viyana önünde başlayan geri çekilişe kadar devam eden 331 seneye yayılmıştır.<br />
1683 ile 1921 arasında Türk milleti Viyana'dan Sakarya Nehrine kadar 238 sene süren geri çekilme süreci içinde olmuştur.<br />
Çekilen sadece ordumuz ve sancağımız değil, milletimiz, dinimiz ve kültürümüzdür. Bu geri çekilme sırasında tarihin en uzun ve en büyük soykırımı yaşanmıştır. 1812-1918 arasında Balkanlar ve Kafkaslardan 4.5 milyon Türk Anadolu’ya sığınırken, 5 milyon Türk ise tarihin en uzun ve en büyük soykırımı sonunda yaşamlarını yitirmişlerdir.<br />
1918'de Kudüs'e giren İngiliz general son Haçlı Seferi'nin başarı ile sonuçlandığını açıklamıştır.<br />
Artık sıra Asya'nın kızılderilileri olarak görülen Türk milletinin Anadolu'dan tasfiyesine gelmiştir.<br />
<br />
Birinci Dünya Savaşı'nın yorgun galipleri Türk milletinin kasaplığını yapma görevini Yunan ordusuna vermiş, kendisi ise bu kasaplığa arkadan yardım etmiştir.<br />
Bu kasap ordunun on binlerce Türk evladını işkenceler ile katlettiğini, binlerce Türk kadınına aşağılık şekilde tecavüz ettiğini biliyoruz.<br />
<br />
Siz, Sayın Başkan,<br />
Anadolu'nun harem-i ismetine tecavüz eden Yunan ordusunun savaşı kazanmasını arzu eden bir Türk-İslam düşmanını hasta ziyareti adı altında ziyaret ederek Yunan ordusunun katlettiği insanlarımızın ruhlarını incittiniz. İncittiğiniz sadece tecavüz edilip işkenceler ile öldürülen Türk analarının, süngülenerek katledilen bebeklerimizin, adım adım çarpışarak şehit olan mehmetçiklerin ruhları değildir. Onlara bütün umutlarını bağlayan yüz milyonlarca mazlum millet mensubunun da ruhlarıdır.<br />
Sayın Başkan,<br />
Türk İstiklal Harbi, Türk milletinin yok edilmeye karşı direnişidir.<br />
<br />
Türk İstiklal Harbi cereyan ederken dünyada 300 milyon Müslüman vardır. Bu 300 milyon Müslümanın Sakarya ve Aras arasına sıkışan 10 milyonu, Türk milleti bağımsızlık mücadelesi verirken 290 milyonu emperyalizmin egemenliği altında yaşamaktaydı.<br />
Bu anlamda Türk İstiklal Harbi sadece Türk milletinin değil bütün İslam dünyası ve mazlum milletlerin de emperyalizme karşı isyanıydı.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Durum bu iken başkanlığını yaptığınız DİB Türk milletini kucaklamak yerine iktidar partisinin yan kuruluşu gibi çalışmaktadır. Bazı imamlar camilerde muhalefet partilerine hakaret etmekte, iktidar propagandası yapmaktadırlar. Görüyoruz ki, İstiklal Harbimizin önderi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı bir huruç harekatı yapılmak istenmektedir.<br />
Bu harekatın koçbaşı olarak DİB görev almıştır.<br />
<br />
Türk milletinin tamamının ortak değeri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk İstiklal Harbi'ne karşı başında olduğunuz kurum düşmanca tavır almıştır. Devletimizi ve kurumunuzu kuran Atatürk’ten kurum sitesinde bahsetmiyorsunuz. Atatürk ve silah arkadaşları için dua edilmesini yasakladığınız haberleri gazetelerde çıkıyor. Atatürk’ün fotoğraflarını cami yaptırma derneklerinden indirtmeye çalışıyorsunuz. Raporlarınızda Atatürk’ü din karşıtı gibi göstermeye çalışıyorsunuz.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Ben size kısaca Atatürk’ü anlatayım. 4 Ekim 1911. İtalya ilk sömürgesini oluşturmak amacı ile Libya’nın işgaline başlıyor. Osmanlı Devleti'nin İtalya ile açık ve kapsamlı bir savaşa girme gücü yok. Ancak isteyen subayların gönüllü olarak Libya’ya gitmelerine izin verildi. Binlerce subay arasından bir avuç subay gönüllü olarak Libya’ya gitti. Mustafa Kemal, 22 Aralık 1911’de Derne’ye ulaştı. Arap kabilelerini gerilla savaşı için örgütledi ve İstanbul, Libya’dan vazgeçen anlaşmayı imzalayana kadar İtalyanlar ile savaştı.<br />
(1911 - 1912)<br />
<br />
Birinci Dünya Savaşı başlayınca Mustafa Kemal, görev istedi. Çanakkale’ye atandı. İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransız birlikleri ile savaştı, yendi. (1915-1916) Çanakkale’den sonra Mustafa Kemal, 16. Kolordu’ya Doğu cephesine atandı. 16 Nisan 1916’da Silvan’da göreve başladı. Muş-Bingöl hattında ilerleyen Rus Ordusu ile savaştı. 7 Ağustos 1916’da Muş’u ve sonra Bitlis’i Rus Ordusundan geri aldı. Haziran 1917’de Mustafa Kemal, 7. Ordu ile Filistin Cephesinde görevlendirildi.<br />
Artık sırada tekrar İngiliz ordusu vardı. Ancak, İngilizler kadar büyük bir sorun Türk askerinin kanı üzerinde Alman menfaatlerini gerçekleştirmeye çalışan Alman komutanlardı.<br />
Ekim 1917’de görevinden istifa edip İstanbul’a döndü. Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesinden 15 gün sonra İngilizler saldırdılar ve Kudüs’ü aldılar. Mustafa Kemal’in uyarılarında haklı olduğu anlaşılmıştı. 1 Eylül 1918’de tekrar aynı göreve atandı ve göreve başladı. Bu sefer Alman Falkenheim gitmiş, onun kadar yanlış bir adam olan Liman von Sanders yerini almıştı. Sanders’in mutlak ölüme götürdüğü Türk birliklerini, yok olmaktan kurtarıp, savaşarak geri çekti ve kuzeyde sağlam bir hat üzerine yerleştirdi.<br />
<br />
Artık Birinci Dünya Savaşı bitmişti. Kaybetmiştik. Ancak Mustafa Kemal, Türk milletinin yeni bir savaşa başlayacağının bilinci içinde her bir Türk gencini gelecekteki savaş için hazırlıyordu (1917-1918). Bazı ahlaksız, vicdansız, cahil ve beyinsizlerin söylediğinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk, hayatının büyük bir bölümünde Osmanlı Türk Devleti'nin yıkılmamasının mücadelesini vermiştir. <br />
19 Mayıs 1919. 1683’de gerçekleştirdiğimiz İkinci Viyana Kuşatmasından beri geri çekilen Türk milleti artık “nihai” olarak yenilmiştir. Düşmanlarımız sadece bizi değil, müttefiklerimizi de yenmişlerdir.<br />
Yunan ordusu, Avrupa emperyalizminin kasap ordusu olarak yukarıda kaydettiğim gibi Anadolu’ya yollanmıştır.<br />
Türk halkı yoksul, yorgun ve inançsızdır. Mustafa Kemal Paşa’nın 1911’de Libya’da en küçük gerilla birliğinden başlayarak sekiz sene içinde ordu komutanlığına kadar her kademedeki birliği komuta ederek pişen askeri dehası, şimdi siyasi ve psikolojik bir dehayı ortaya çıkarmaya başlar. Mustafa Kemal, Türk milletini tekrar savaşa ikna eder.<br />
<br />
Meclis kurulur, ordu kurulur, Birinci ve İkinci İnönü, Eskişehir-Kütahya, Sakarya, Dumlupınar. Sonra önce İzmir’e ve İstanbul’a giren Türk Ordusu. İstanbul’un ikinci kez fethi. Hazreti Peygamberin Hadis-i Şerif’i yere düşmez. “Konstantinopolis’i fetheden asker ne güzel askerdir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”<br />
İstiklal Harbi, Türk milletinin savaşı tekrar kabul etmesi ve İngiliz emperyalizmini siyasi, Yunan ordusunu ise askeri olarak yenmesidir (1919-1922).<br />
<br />
Sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması başlar. 1071-1683 arasında 612 sene sürekli savaşarak ilerleyen ve sonra 1683’den 1921’e kadar 238 sene sürekli savaşarak adım adım geri çekilen bir millet, bir dinin tek başına birleşik Avrupa’ya karşı kılıcı ve kalkanı olan bir millet, yaralarını sarmak için çabalamaktadır.<br />
<br />
8 Kasım 1938. Mustafa Kemal uyanır. Saate bakar göremez. Hasan Rıza Soyak’a sorar: “Saat kaç?”, “7.00 efendim” Aynı soruyu birkaç kez daha sorar. Soyak, cevabı tekrar ederek, saatin 19.00 olduğunu söyler.<br />
Soyak, “Biraz rahat ettiniz mi efendim?” diye sorar. Gazi “Evet” der. Doktor Neşet Ömer İrelp, dilini çıkarmasını ister. Mustafa Kemal dener. Ancak sonra dilini geri çeker. İrelp’e dikkatle bakar ve son olarak “Aleykümselam” der.<br />
<br />
30 saat süren komadan hiç çıkmaz ve 10 Kasım saat 09.05’de kalbi durur.<br />
“Melekler, onların canlarını iyiler olarak alırken, ’selamün aleyküm! yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık cennete girin’ derler.” (Nahl/32)<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Gazi Mustafa Kemal Atatürk sadece Türk milletinin değil, İslam dünyasının da son dehasıdır. Başında bulunduğunuz kurum Atatürk’e, Türk İstiklal Harbi'ne saygısızlık, düşmanlık yaparak Türk Milleti’nin büyük çoğunluğundan hızla kopmaktadır.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Uzun bir süre DİB’in İstiklal Harbimize ve Atatürk’e saldırılarını, düşmanlığını sessizce izleyen, camiden uzaklaşan vatandaşlar artık tepkilerini sesli şekilde göstermeye başlamışlardır. Camilerimizde kavgalar ve protestolar çıkmaktadır. Türkiye'de her geçen gün cuma namazına giden sayısı azalmakta, tepkisel olarak deist ve ateist sayısı tırmanmaktadır.<br />
<br />
Sovyetler Birliği döneminde Rusya’da ateist propaganda bile ateizmin gelişmesi konusunda sizin sağladığınız başarıyı sağlayamamıştı.<br />
Bu “başarı” sizin eserinizdir.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Hz. Osman'ın katilleri gibi ümmeti bölüyorsunuz.<br />
Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. DİB izlemekte olduğu bölücü ve dışlayıcı politikaları terk etmezse yarın daha büyük olayların olması muhtemeldir. Hatta DİB camilerine gitmek istemeyenlerin kendi camilerini kurmaları şaşırtıcı olmayacaktır. DİB, AKP'nin değil, bütün milletin Diyaneti olduğunu hatırlamak zorundadır.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Bulunduğunuz makam, Türk İstiklal Harbi’nin manevi önderlerinden ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilk başkanı Rıfat Börekçi'nin makamıdır. Bulunduğunuz makam, aziz milletimizin dinimizi öğrenmesini ve güçlü maneviyata sahip olmasını sağlamakla görevlidir. Bulunduğunuz makam partizanlık yapma değil bütün yurttaşları kucaklama, eşit sevgi ve şefkat gösterme makamıdır. Siyasetin ayırdığı hatta son dönemde düşmanlaştırdığı kitleleri; bir araya getirme, aynı milletin çocukları, aynı peygamberin ümmeti olma duygusunu verme görevi Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir. Ülkemize yönelik küresel ve bölgesel gelişmelerin ağır tehditleri gündeme taşıdığı bir dönemde milli birlik ve beraberliğimiz daha da büyük önem kazanmaktadır.<br />
<br />
Sayın Başkan,<br />
Şu ana kadar birçok büyük yanlış uygulamaya imza attınız. Ancak bunları düzeltmek için hala adım atma şansınız var.<br />
Türk milletinin bölünmesine, ayrışmasına, düşmanlaşmasına daha fazla yardımcı olmayın.<br />
Aziz Atatürk’ün iç cephe dediği milli birliğimizi güçlendirici adımları hızla atın. İstiklal Harbimize ve Atatürk’e, Türk Milletinin milli değerlerine saygı gösterin. DİB’i Atatürk’e saldırıların koçbaşı olarak kullanmaktan vazgeçip, bir süre birlikte çalıştığınız FETÖ ile gerçek bir mücadeleye başlayın. Araştırmacı-gazeteci İsmail Saymaz’ın “Şehvetiye Tarikatı” kitabını okuyun ve gereken önlemleri alın.<br />
<br />
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ<br />
İYİ Parti<br />
İstanbul Milletvekili</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-35842936898576318672020-04-06T23:28:00.000+03:002020-04-06T23:28:43.407+03:00BAKANIN GENELGESİNE YANIT GİBİ OLMUŞ<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Sayın Bülent Eczacıbaşı, BAKANIN GENELGESİNE ÇOK GÜZEL BİR YANIT VERMİŞ gibi olmuş<br />
<br />
Mesleğin doğuştan çekiciliği var.<br />
Çocuğa sor, büyüyünce ne olacaksın?<br />
“Doktor olacağım” der.<br />
<br />
*<br />
<br />
En gözde damat adayıdır.<br />
Hemen herkes, kızını doktorla evlendirmek ister.<br />
Kadınlarımız arasında “beni ne doktorlar istedi” diye başlayan atasözü bile vardır.<br />
<br />
*<br />
<br />
Şarkıdır.<br />
Afrodizyaktır.<br />
“Doktor civanım, seni istiyor canım.”<br />
<br />
*<br />
<br />
Küçük ilanların büyük vaatleridir.<br />
“Doktordan satılık otomobil.”<br />
“Doktordan satılık işyeri.”<br />
Kullanılmışsa bile, doktorun kullanmış olması “kalite” göstergesidir.<br />
“Doktora kiralık” ilanı da öyle.<br />
Evini vereceksen doktora ver.<br />
Temizdir en azından, eminsindir.<br />
<br />
*<br />
<br />
Meslek seçerken…<br />
Kız verirken…<br />
Kocaya varırken…<br />
Otomobil alırken……<br />
Ev kiralarken…<br />
Doktor iyi.<br />
Fikrini söylerse…<br />
Şerefsiz doktor!<br />
<br />
*<br />
<br />
Asrın liderimiz mesela, safra kesesi ameliyatı yapabilir mi?<br />
Böbrek nakli?<br />
Pansuman bile yapamaz.<br />
Bebeğin hastalansa, tedavi etmesi için Binali beye götürür müsün?<br />
Var mı aramızda böyle bir gerizekalı?<br />
<br />
*<br />
<br />
Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.<br />
Refik Saydam, hekimdi.<br />
Sadi Irmak, hekimdi.<br />
TBMM başkanı Mustafa Kalemli, hekimdi.<br />
<br />
*<br />
<br />
O halde… Reçeteye aspirin yazma yetkisi bile olmayan tiplerin hükümette en önemli makamlara gelmesini tehlikeli bulmuyorsun da, canını emanet ettiğin hekimlerin hükümetle alakalı fikir beyan etmesini mi sakıncalı buluyorsun?<br />
<br />
*<br />
<br />
Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Geceyarısı ateşi kırka vuran evladını Azrail'in elinden alıyor. Kardeşinin hızara kaptırdığı parmağını yerine dikiyor. Beyin kanaması geçiren anneni hayata döndürüyor. Babanın katarakttan görmeyen gözünü gördürüyor. Eşinin kanserini erken yakalıyor. Sonra da sen çıkıp “hekimler devlet işlerinden benim anladığım kadar anlamaz, konuşmasınlar” diyorsun öyle mi?<br />
<br />
*<br />
<br />
Türk Tabipler Birliği başkanı olan profesör, İstanbul Üniversitesi rektörlüğü seçiminde en yüksek oyu aldı. Ezici çoğunlukla seçilen bu profesörün rektör olmasını engellediler. “Nuh'un cep telefonu vardı, gemisi nükleerdi, insansız hava aracı uçuruyordu” diyen arkadaşı, aynı İstanbul Üniversitesi'ne öğretim üyesi yaptılar.<br />
Hükümetimizin Türk Tabipler Birliği konusunda mantıklı karar verdiğini düşünüyorsan, Nuh'un telefon numarasını versene bana?<br />
<br />
*<br />
<br />
Kafasında fesle dolaşan “tımarhanelik” herif, yandaş televizyonlara çıkıp devlet yönetimine dair her türlü fikrini söyleyebilecek, cumhurbaşkanı sarayında bilim adamı olarak ağırlanacak… Memleketin en önemli “psikiyatri” profesörlerinden biri olan Türk Tabipler Birliği başkanı fikrini söyleyemeyecek öyle mi?<br />
<br />
*<br />
<br />
Fikrini beğenmeyebilirsin.<br />
Ben de senin fikrini beğenmiyorum.<br />
Beğenmek zorunda mıyız?<br />
<br />
*<br />
<br />
Fikirse mesele… “Barutun kokusu düştü burnuma, dört bir yanı istiyorum dibinden patlatayım, adamlar gibi dağlara düşeyim, tutmak istiyorum Kürdistanımı, ya ölüm ya kurtuluş, artık savaş zamanıdır” diyen Şivan Perver'e “barış güvercini” muamelesi yapacaksınız, Akp mitinginde kürsüye çıkartacaksınız, düet yaptıracaksınız, çok duygulanıp ağlayacaksınız. Sonra da Türk Tabipler Birliği'ne “terörist seviciler” diyeceksiniz öyle mi?<br />
<br />
*<br />
<br />
“Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, hekimler olarak uyarıyoruz, her çatışma, her savaş, fiziksel ruhsal sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açar, büyük insani dramları beraberinde getirir” diyorlar.<br />
Uyarmasınlar mı?<br />
<br />
*<br />
<br />
Onarılmaz sorunlara, insani dramlara yol açan bu çatışma ortamına “hatalı teşhisler” yüzünden sürüklenmedik mi?<br />
Hekimlerimiz devlet işlerinden anlamadığı için mi oluyor bu işler?<br />
<br />
*<br />
<br />
Madem herkes hekimlerden daha iyi biliyor.<br />
Bi teşhis ben koyayım bari.<br />
Eğer, cehalet seviyesinde Avrupa şampiyonu olan bir ülke, sırf düşüncelerini söyledi diye hekimlerini hapse tıkmaya çalışıyorsa, o ülke hasta'dır.<br />
Bülent Eczacıbaşı</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-40831184496238909202020-03-25T18:48:00.000+03:002020-05-19T16:12:56.028+03:00YAPTIĞI İCRAATLARIN YIL YIL DÖKÜMÜYLE MENDERES GERÇEKLERİ <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
YAPTIĞI İCRAATLARIN YIL YIL DÖKÜMÜYLE MENDERES GERÇEKLERİ<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1950</span></b><br />
<b>14 Mayıs </b>: Genel seçimlerde halk, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimlerin sonucunda; Demokrat Parti %53.3 oy oranı ile TBMM’ye 408 milletvekili soktu. CHP %39.9 oranında oy almasına rağmen 69, MP ise 1 milletvekili ile temsil edildi.<br />
<br />
<b>22 Mayıs</b> : Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı oldu. Adnan Menderes başkanlığındaki ilk Demokrat Parti hükümeti kuruldu. Refik Koraltan da Meclis Başkanı olarak göreve başladı.<br />
<br />
<b>29 Mayıs</b> : Başbakan Menderes “sadece millete mal olmuş inkılâpları saklı tutacağız” dedi.<br />
<br />
<b>6 Haziran </b>: DP hükümeti; Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve diğer bazı generalleri görevlerinden aldı.<br />
<br />
<b>16 Haziran</b> : Demokrat Parti hükümetinin ikinci önemli icraatı, Arapça ezan okunma yasağını kaldırması oldu. (Türkçe ezan yasaklanmamıştır, yalnızca ezanın Arapça da okunabileceği belirtilmiştir. Ne var ki, bu karar 1932’den beri Türkçe okunan ezanın sonu olmuştur).<br />
<b><br /></b>
<b>5 Temmuz :</b> Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı.<br />
<br />
<b>7 Temmuz </b>: Dünya Bankası Türkiye’ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı.<br />
<br />
<b>9 Temmuz </b>: Kuzey-Güney Kore Savası’nda Birleşmiş Milletler bütün ulusları, komünist Kuzey Kore’ye karsı ABD’nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılmaya çağırdı.<br />
<br />
<b>28 Temmuz </b>: Türk Barışseverler Cemiyeti’nin Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini protesto amacıyla bildiri dağıtmasına izin verilmedi, Cemiyet başkanı Behice Boran ve genel sekreter Adnan Cemgil tutuklandı.<br />
<br />
<b>1 Ağustos </b>: Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) başvurdu.<br />
<br />
<br />
<b>16 Eylül </b>: Türkiye’nin, NATO’ya girme başvurusu reddedildi.<br />
<b>28 Ağustos</b> : Bir yazarın tarih kitaplarından İnönü’nün adını çıkartması tartışmalara yol açtı.<br />
<br />
<b>3 Eylül </b>: Belediye seçimlerinde 600’ü aşkın CHP’li belediyeden 560’ı Demokrat Parti’ye geçti.<br />
<b><br /></b>
<b>25 Eylül </b>: General Tahsin Yazıcı komutasındaki 4500 kişilik bir tabur, tüm masraflar bize ait olmak üzere ve TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na gönderildi.<br />
(Bu, başta ABD olmak üzere Batı’nın gözünde girebilmek için onlar tarafından en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik’in uluslar arası düzeyde ilk pazarlanışıdır).<br />
<br />
3 Aralık : Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı.<br />
<br />
12 Aralık : Hükümet, CHP Genel Merkez Binasına el koyarak Hazine’ye mal etti.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1951</span></b><br />
<br />
<b>20 Şubat</b> : Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkarılmasına karar verildi.<br />
<br />
24 Şubat : Kırşehir’de Atatürk büstü saldırıya uğradı.<br />
<br />
<b>12 Mart </b>: Demokrat Parti Konya İl Kongresi’nde fes, çarşaf ve Arap harflerinin serbest bırakılması istendi.<br />
<br />
<b>13 Mart </b>: Demokrat Parti İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini istedi.<br />
<br />
<b>25 Mart </b>: Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıkladı.<br />
<br />
<b>3 Mayıs </b>: Demokrat Parti Meclis Grubu’nda din eğitiminin genişletilmesi istendi.<br />
<br />
<b>4 Mayıs </b>: Menderes Meclis’te yaptığı konuşmada “Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, bos, geri ve yabancı unsurlardır” dedi. ( Halkevlerinin topluma katkılarının özeti Bkz. EK-1).<br />
<br />
<b>28 Mayıs</b> : Menderes Hükümeti, isçi sendikalarının faşist ve komünist sistemlerin bir öğesi olarak kurulduklarını ileri sürdü. Yeni bir sendika yasası hazırlama kararı aldı.<br />
<br />
<br />
<b>22 Haziran </b>: Istanbul İnönü Stadı’nın adı Mithat paşa Stadı olarak değiştirildi.<br />
<b>1 Temmuz </b>: Atatürk’ün heykel ve büstlerine karşı ülke düzeyinde yaygınlaşmış olan saldırıları kınamak için yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri yapıldı.<br />
<b><br /></b>
<b>25 Temmuz</b> : Atatürk Kanunu 25 Temmuz 1951’de Meclis’te kabul edildi. Amaç, Atatürk devrimlerini korumak, Atatürk heykel ve anıtlarına saldırıların önüne geçmekti.<br />
<br />
<b>1 Ağustos </b>: Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu çıktı.<br />
<br />
<b>8 Ağustos</b> : Hükümet, Halkevlerine el koydu.<br />
<br />
<b>19 Eylül </b>: Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türkiye ve Yunanistan’a NATO’ya katılma çağrısı yaptı.<br />
<br />
<b>20 Eylül </b>: Türkiye’nin NATO’ya katılması kabul edildi.<br />
<br />
<b>9 Ekim </b>: Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.<br />
<br />
<b>26 Ekim </b>: İllegal Türkiye Komünist Parti’sine yönelik büyük çapta tutuklamalar yapıldı. Zeki Baştımar, Mihri Belli, Sevim Tarı gibi tanınmış isimler vardı.Tutuklananlar arasında tanınmış isimler vardı<br />
<br />
<b>4 Kasım </b>: İlkokulların ders programlarına din dersi konuldu.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1952</span></b><br />
<br />
<b>12 Ocak </b>: ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı.<br />
<br />
<b>15 Ocak </b>: Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) girişini onayladı.<br />
<br />
<b>21 Ocak </b>: Milli Savunma Bakanlığı, Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.<br />
<br />
<b>18 Şubat</b> : NATO’ya katılma protokolünü 1951 yılında Londra’da imzalayan Türkiye, 18 Şubat’ta örgüte resmen üye oldu. Bunun neticesi olarak topraklarımıza ABD askeri üsleri kurulmaya başlandı.<br />
<br />
<br />
<b>5 Haziran </b>: Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki kişinin TC vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD’den uçakla gönderilen Athenagoras’ın Türkiye’ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras’ı ziyaret etti ve elini öptü.<br />
<b>18 Temmuz </b>: Türkiye, Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi.<br />
<br />
<b>8 Ekim</b> : Balıkesir’e giden CHP lideri İnönü’yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.<br />
<br />
<b>24 Aralık </b>: “Anayasayı Yasayan Dile Çevirmek” seklinde adlandırılan yasa önerisi ile 1945 yılında Türkçeleştirilmiş olan anayasa metni, yürürlükten kaldırıldı. 24 Nisan 1924’te kabul edilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya kondu, anayasadaki öztürkçe kelimeler ayıklandı. ( Örneğin; “bakanlıklar”, “vekalet” oldu, Genelkurmay Başkanlığı’nın adı “Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği” seklinde değiştirildi ).<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1953</span></b><br />
<br />
<b>21 Ocak </b>: Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.<br />
<br />
<b>9 Nisan </b>: Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı.<br />
<br />
<b>14 Nisan </b>: Döviz alım-satımı serbest bırakıldı.<br />
<br />
<b>17 Nisan </b>: Ev kiralarına yüzde 100, dükkan kiralarına yüzde 150 zam yapıldı.<br />
<b><br /></b>
<b>30 Mayıs </b>: Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye’ye bir nota verdi. Türkiye’den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak istediklerini bildirdi.<br />
<b><br /></b>
<b>8 Temmuz </b>: Millet Partisi irticai faaliyet gerekçesiyle kapatıldı, mallarına el kondu.<br />
<br />
<b>21 Temmuz</b> : Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.<br />
<br />
27 Temmuz : 2 milyondan fazla insanın öldüğü Kore Savaşı sona erdi.<br />
<br />
<b>9 Eylül </b>: Millet gazetesi başyazarı Nurettin Ardıçoğlu 3 sene 2 ay, yazı isleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu 2 sene 1 ay hapse mahkum oldu.<br />
<b>14 Aralık </b>: Hükümet, CHP’nin menkul ve gayrı menkullerinin Hazineye devredilmesine yönelik yasayı çıkardı.<br />
<br />
<b>24 Aralık </b>: CHP’nin Ulus Gazetesi’ne el konuldu.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1954</span></b><br />
<br />
<b>18 Ocak</b> : Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edildi.<br />
<br />
<b>27 Ocak </b>: Millet Partisi yöneticileri birer gün hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>27 Ocak :</b> 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri kapatıldı. (Köy Enstitülerinin katkısı Bkz. EK-2).<br />
<br />
<b>24 Şubat </b>: Istanbul’da sıcaklık -6 dereceye düştü. Tuna Nehri’nden koparak Karadeniz’e ulasan ve daha sonra Istanbul Boğazı’na inen buzlar Boğazı ve limanı kapladı. Deniz trafiği durdu.<br />
<br />
<b>7 Mart </b>: Petrol isletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis’te kabul edildi.<br />
<br />
<b>8 Mart </b>: Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaretle suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.<br />
<br />
<b>14 Mart </b>: Demokrat Parti’den istifa ederek CHP’ye geçen Adnan Menderes’in yeğeni Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.<br />
<br />
<b>18 Nisan</b> : Mersin’de seçim konuşması yapan ana muhalefet lideri İnönü DP’lilerin saldırısı ile engellendi, İnönü alandan zorlukla kaçırılıp kurtarılabildi.<br />
<br />
<b>2 Mayıs </b>: Genel seçimler yapıldı. Oyların %57,6’sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.<br />
<br />
<b>14 Mayıs </b>: TBMM ilk toplantısını yaptı.Celal Bayar yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Adnan Menderes, kabineyi kurmakla görevlendirildi. Seçimlerden hemen sonra Celal Bayar “Ince demokrasiye paydos” söylemiyle, antidemokratik yasalarla tedbirlerin sürdürüleceğinin altını çiziyordu.<br />
<br />
<b>30 Mayıs </b>: Muhalefet lideri Osman Bölükbaşı’yı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı. Bununla da yetinilmedi ve bölünerek eski ilçelerinden bir kısmı ile Nevşehir ili kuruldu.<br />
<br />
<b>14 Haziran </b>: Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.<br />
<br />
<b>21 Haziran </b>: Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi. Yeni çıkarılan bir yasayla hükümete, 60 yasını ya da 25 hizmet yılını doldurmuş yargıç ve profesörleri emekliye ayırma yetkisi verildi.<br />
<br />
<b>5 Temmuz </b>: Memur Tasfiye Yasası, çıktı. Artık; memurlara bir süre için isten el çektirebilecek ya da emekli edilebilecek.<br />
<br />
7<b> Ağustos </b>: Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.<br />
<b><br /></b>
<b>18 Ağustos </b>: Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoglu ile yazı isleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7’şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.<br />
<br />
2<b>1 Ağustos </b>: Liseler 11 sınıfa indirildi.<br />
<br />
<b>28 Ağustos </b>: Emekli General Sadık Aldogan tutuklandı. Gerekçe; Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret etmek.<br />
<br />
<b>23 Eylül </b>: Yeni Ulus gazetesindeki yazıları nedeniyle Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoglu hapis, Nihat Erim para cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>1 Aralık </b>: Demokrat Parti’ye muhalif Yeni Ulus Gazetesi’nin yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın, “Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği” gerekçesiyle 26 ay hapse mahkum edildi ve 79 yaşında hapse girdi.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1955</span></b><br />
<br />
<b>1 Nisan </b>: Kıbrıs’ta EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı.<br />
<br />
<b>8 Nisan </b>: Istanbul’da hane basına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.<br />
<br />
<b>14 Mayıs </b>: Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı’nı imzaladılar.<br />
<br />
<b>20 Mayıs </b>: Akis dergisi yazı isleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.<br />
<br />
<b>9 Haziran </b>: Türk bayrağını yırtmaktan sanık 4 Amerikalı beraat etti.<br />
<br />
<b>10 Haziran</b> : Istanbul Hilton Oteli açıldı. 2,5 yılda biten otelde 300 oda, 500 yatak bulunuyor.<br />
<br />
<b>23 Haziran </b>: Hükümete muhalif Akis Dergisi’nin yazı isleri müdürü Cüneyt Arcayürek “Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu islemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması” gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>20 Temmuz </b>: Polis CHP Isparta Il Kongresini dağıttı. Genel Sekreter Kasım Gülek kürsüden indirildi.<br />
<br />
<b>24 Ağustos </b>: Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop’ta tutuklanarak Istanbul’a getirildi ve bir gün hapiste kaldı. (Ertesi yıl benzer bir geziye kalkışması ve Rize’de dükkân sahiplerinin elini sıkması, gösteri yürüyüşü sayılarak 6 ay hapse mahkûm olacaktır).<br />
<br />
<b>5 Eylül :</b> (Daha sonraki yıllarda Demokrat Parti’nin bir tertibi olduğu ortaya çıkacak olduğu üzere) Istanbul Ekspres Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.<br />
<br />
<b>6 Eylül </b>: Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, “Kıbrıs Türk’tür” cemiyetinin Istanbul Taksim Meydanı’nda düzenlediği açık hava toplantısı, 6-7 Eylül olaylarını başlattı. Çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü. Istanbul, Ankara, İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi.<br />
<br />
<b>7 Eylül </b>: Olaylar diğer kentlere de sıçradı TBMM olağanüstü toplandı. Hükümet kendi tertibi olan olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, bir tasta iki kus vurarak onlardan da kurtulmak amacıyla yeni bir planı uygulamaya koydu. Emniyet Amirlikleri’nce komünist olarak bilinen 48 kişi, tahrik ve tahrip suçlamasıyla tutuklanıp Harbiye’ye getirildi. İdam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Bezirci, Hasan Izzettin Dinamo da bulunuyordu.<br />
<br />
<b>9 Eylül </b>: Istanbul’da 3, Ankara ve İzmir’de birer askeri mahkeme kuruldu.<br />
<br />
<b>10 Eylül </b>: İçişleri Bakanı Namık Gedik ile Istanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş görevlerinden istifa etti.<br />
<br />
<b>12 Eylül</b> : TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı.<br />
<br />
<b>16 Eylül </b>: İzmir’de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı isleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.<br />
<br />
<b>19 Eylül </b>: Muhalif yayınlarından dolayı Ankara’da Ulus Gazetesi süresiz, Istanbul’da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>15 Ekim </b>: Demokrat Parti’de muhalefet yaptığı gerekçesiyle 9 milletvekili partiden ihraç edildi. Onları destekleyen 10 milletvekili de kendi isteği ile partiden ayrıldı. “Onbirler Hareketi” diye anılan bu milletvekilleri, bakanlar hakkındaki iddialarda, “ispat hakkını yasaklayan kanunun” kaldırılmasını sağlayacak bir fıkranın anayasaya eklenmesini istiyorlardı. ( Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkum olmaktaydılar. Yargılanan kişiye iddiasını ispat hakkı tanınmamaktaydı. Reddedilen, bu hakkın tanınması isteğiydi.)<br />
<br />
<b>24 Ekim </b>: (Nazlı Ilıcak ile Ömer Çavuşoğlu’nun babası) Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, 6/7 Eylül olaylarında uğradıkları kayıplar dolayısıyla, İzmir’deki Yunan Konsolosluğu’na, (suçluluk psikozu içerisindeki hükümet adına resmi özür yerine geçmek üzere) Yunan Bayrağı çekti ve uluslararası düzeyde özel bir davranış örneği verdi..<br />
<b><br /></b>
<b>17 Aralık </b>: Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim kaldırıldı.<br />
<br />
<b>20 Aralık </b>: Demokrat Parti’den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisi’ni kurdular.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1956</span></b><br />
<br />
<b>5 Şubat </b>: Meriç ve Tunca nehirleri dondu; Yeşilköy ve Mecidiyeköy’e kurtlar indi ve Istanbul halkı ekmeksiz kaldı.<br />
<br />
<b>8 Şubat </b>: Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6’ya indirildi.<br />
<br />
<b>2 Mart </b>: Cumhurbaşkanına hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu<br />
<br />
<b>8 Nisan </b>: Başbakan Adnan Menderes , muhalefeti, “Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi <b>ve alçak</b> iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik”le suçladı.<br />
<br />
<b>29 Nisan</b> : Ankara’da gazeteciler Oktay Ekşi, Hikmet Tanılkan, Altan Öymen, Aydın Köker ve Seyfettin Turhan götürüldükleri Çankaya Karakolunda hakarete uğradılar.<br />
<br />
<b>1 Mayıs </b>: 6-7 Eylül olaylarında zarar gören kiliselere 10 milyon lira avans verildi.<br />
<br />
<b>31 Mayıs</b> : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “Adım adım mutlakıyete gidiyoruz ” dedi.<br />
<br />
<b>7 Haziran</b> : Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş, “Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak” dedi.<br />
<br />
<b>9 Haziran </b>: Basına baskılar sürüyor; Halk gazetesi toplatıldı.<br />
<br />
<b>14 Haziran </b>: CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM’nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa’da ikamete mahkum oldu.<br />
<br />
<b>15 Haziran </b>: En etkili muhalif yayınlardan haftalık Akis dergisi toplatıldı.<br />
<br />
<b>27 Haziran </b>: Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu görüşmelerinde, İnönü: “Aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakiyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.” dedi. Muhalefet topluca salonu terk etti. Tasarı DP’lilerin oylarıyla yasalaştı.<br />
<br />
<b>22 Temmuz </b>: Akis dergisi yine toplatıldı.<br />
<br />
<b>30 Temmuz </b>: Ordu, Giresun ve Trabzon’da Cumhuriyet Halk Partililerin siyasi toplantı yapmalarına izin verilmedi.<br />
<br />
<b>4 Ağustos </b>: Ulus gazetesi toplatıldı.<br />
<br />
<b>13 Ağustos </b>: Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.<br />
<br />
<b>14 Eylül </b>: Akis dergisi toplatıldı.<br />
<br />
<b>28 Eylül </b>: Maliye, Istanbul’da hazineye ait 10 bin arsa ve 500 binayı satışa çıkardı.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1957</span></b><br />
<br />
<b>11 Şubat </b>: CHP Genel Başkanı İnönü’nün damadı ve Akis Dergisi başyazarı Metin Toker tutuklanarak cezaevine girdi.<br />
<br />
<b>14 Şubat:</b> Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe camiinin yapımı için cami yaptırma derneğine 100.000 TL bağış yaptı.<br />
<br />
<b>11 Nisan </b>: Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı.<br />
<b><br /></b>
<b>17 Nisan</b> : Atatürk Orman Çiftliğinden arazi satılabilmesine olanak tanıyan kanun kabul edildi. (Atatürk’ün elleriyle oluşturduğu ve Türk halkına armağan olarak bıraktığı bu çiftliğin bugün yağmalanmasına yol açan süreç böylece başlamış oldu).<br />
<br />
<b>6 Mayıs </b>: Istanbul, Ankara, Eskişehir, Adana ve Bursa’da isçi sendikaları kapatıldı.<br />
<br />
<b>11 Mayıs </b>: Zaman Gazetesi’nden Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular.<br />
<br />
<b>19 Mayıs</b>: Kayseri’de halka yaptığı açıklamada Menderes, DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını belirterek öğündü.<br />
<br />
<b>27 Mayıs </b>: Demokrat İzmir gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>31 Mayıs</b> : Bakırköy Derbi Lastik Fabrikası hammadde yokluğundan kapandı.<br />
720 işçi işsiz kaldı.<br />
<br />
<b>12 Haziran </b>: 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden İl yapıldı.<br />
<br />
<b>2 Temmuz </b>: CMP Genel Başkanı ve Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.<br />
<br />
<b>6 Temmuz </b>: Hükümet, Istanbul Gazeteciler Sendikası’nı bir süre için kapattı.<br />
<br />
<b>20 Ekim </b>: DP’nin din istismarı hızlanıyor. Menderes Adana’da yaptığı seçim konuşmasında “ Istanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir Kâbe yapacağız” dedi.<br />
<br />
<b>27 Ekim </b>: Genel Seçimler yapıldı. Oyların % 47,9’unu alan DP 419, % 41,1’ini alan CHP: 173, % 7,1’ini alan CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) 4, % 3,8’ini alan HP (Hürriyet Partisi) 2 ve bağımsızlar 2 milletvekili çıkardı.<br />
<br />
<b>27 Ekim </b>: ’57 seçimleri 1946 seçimleri ile birlikte tarihimizin en şaibeli seçimleridir. İktidarın tertip, baskı ve sandık hileleri tepkilere, kan akmasına neden olmuştur. En vahim olaylar Gaziantep’te yaşanmış, seçimi ilkönce CHP’nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler iki gün sonra CHP’lilerin Cumhuriyet Bayramı kutlama alanına sokulmaması nedeniyle doruğa çıkmış, ayaklanmaya dönüşmüştür. Olayları yatıştırmak amacıyla askerî uçaklara kent üzerinde alçak uçuş yaptırmak dahil her yöntemi kullanmak gerekmiştir. Aralarında Ali Ihsan Göğüş ve Cemil Sait Barlas gibi önde gelenlerin de bulunduğu CHP’liler tutuklandılar ve 5,5 ay hapiste kaldılar.<br />
<br />
<b>29 Ekim </b>: Gaziantep olayları ile seçim günü Mersin’de bir CHP’linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.<br />
<br />
<b>1 Kasım </b>: Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dahil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.<br />
<br />
<b>1 Kasım </b>: TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. Istanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Menderes görevlendirildi.<br />
<br />
<b>28 Kasım </b>: Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.<br />
<br />
<b>27 Aralık </b>: Basının TBMM çalışmalarına ilişkin haberlerini kısıtlamak üzere Meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklikleri eleştiren Anayasa Profesörü Hüseyin Nail Kubalı, hükümet tarafından Istanbul Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırıldı.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1958</span></b><br />
<br />
<b>28 Ocak </b>: Kıbrıs’ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı.<br />
<br />
<b>03 Mart</b> : Demokrat Parti örgütlerinin ramazan ayı boyunca camilerde düzenlediği mevlitlerin propaganda amacıyla devlet radyosundan naklen yayını uygulaması başlatıldı.<br />
<br />
<b>09 Nisan</b> : CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi üçüncü kez bir ay süreyle kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit’in bir yazısı yol açtı. Gazetenin sorumlu müdürü Ülkü Arman 1 yıl, karikatürcü Halim Büyükbulut da 14 ay hapis cezası aldı.<br />
<br />
<b>30 Nisan </b>: Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda’dan koyun eti dışalımı yapıldı.<br />
<br />
<b>06 Mayıs </b>: Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Nihat Subaşı 8 aylık hapis cezasını yatmak üzere cezaevine girdi.<br />
<br />
<b>07 Mayıs </b>: Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 8 ay yatmak üzere cezaevine girdi<br />
<br />
<b>08 Mayıs </b>: Yeni Gün gazetesi yazı işleri müdürü Erdoğan Tokatlı 34 gün yatmak üzere cezaevine girdi.<br />
<br />
<b>08 Mayıs </b>: Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıyla Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>09 Mayıs </b>: Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı. Yazı işleri müdürleri Altan Öymen 10 ay, Tarık Holulu 16 ay hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>14 Mayıs </b>: Akis Dergisi sorumlu müdürü Ziya Ademhan 1 yıl hapse mahkum oldu.<br />
<br />
<b>28 Mayıs</b> : Eskişehir’de Hür Bilek gazetesinin sahibi Abdülkadir Gürol ile yazarı İsmail Aras 1’er yıl hapis cezasına çarptırıldı; gazete 1 ay süreyle kapatıldı..<br />
<br />
<b>28 Mayıs </b>: Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı; dergi de 3 ay kapatıldı.<br />
<br />
<b>28 Mayıs</b> : Basın suçlularının affı tasarısı, DP’lilerin oyu ile reddedildi.<br />
<br />
<b>02 Haziran </b>: İnönü’nün, Istanbul CHP Merkezi’nde yaptığı basın toplantısındaki demecine yayın yasağı konuldu.<br />
<br />
<b>05 Haziran </b>: Lüleburgaz’da yayımlanmakta olan Özdilek gazetesinin sahibi ve başyazarı Gültekin Arda 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>06 Haziran </b>: Basına baskılar sürüyor; Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman ile aynı gazetenin yazarı Oktay Verel 1’er yıl, cezaevinde bulunan Şinasi Nahit Berker’le Nihat Subaşı da 4’er ay hapis cezasına çarptırıldı.<br />
<br />
<b>25 Haziran </b>: CHP Ankara Milletvekili Bülent Ecevit’in bir yazısı nedeniyle, Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl hapse mahkum oldu; gazete 1 ay kapatıldı.<br />
<br />
<b>12 Temmuz </b>: Temmuz 1958’de Kıbrıs’ta olaylar tırmanıyor. Beş Kıbrıslı Türk pusuya düşürülerek öldürüldü.<br />
<br />
<b>14 Temmuz </b>: Irak’ta darbe gerçekleşti, Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürüldüler. (DP yöneticileri bu olaydan çok etkilendiler)<br />
<br />
<b>16 Temmuz</b> : Ortadoğu’daki muhtemel karışıklıklara müdahale etmek amacıyla 11 bin ABD askerinin İncirlik üssüne indirilmesine başlandı.<br />
<br />
<b>19 Temmuz </b>: Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.<br />
<br />
<b>02 Ağustos 1958</b>: Uluslararası Para Fonu (IMF) baskısıyla, Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapılarak 1 dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarıldı. Devalüasyon oranı yüzde 221 oldu.<br />
<br />
0<b>4 Ağustos :</b> IMF Türkiye’ye 250 milyon dolar kredi verdi.<br />
<br />
<b>06 Eylül </b>: Başbakan Adnan Menderes, “İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…” diyerek muhalefeti tehdit etti.<br />
<br />
<b>07 Eylül </b>: CHP Genel Başkanı İnönü, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” diyerek başbakana cevap verdi.<br />
<br />
<b>09 Eylül</b> : İzmir’in Kurtuluş Günü törenlerine siyasî parti temsilcilerinin katılması, iktidar aleyhine ve CHP lehine tezahürat yapılacağı endişesiyle yasaklandı.<br />
<br />
<b>21 Eylül </b>: Başbakan Menderes, CHP’nin parti olmadığını, İsmet İnönü’nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının her istediğini yazamayacağını söyledi.<br />
<b><br /></b>
<b>22 Eylül </b>: İnönü, “Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir” şeklinde cevap verdi.<br />
<br />
12 Ekim : Başbakan Adnan Menderes yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir “ Vatan Cephesi “kurmaları çağrısında bulundu. DP iktidarı ülkede demokratikleşmeyi sağlamak iddiasıyla gelmiş, ancak uygulamasıyla ülkede cepheleşmeyi arttırmış, kendi dışındaki siyasi güçleri tasfiye etmeye çalışmıştı. Bu uygulamalardan birisi de, vatandaşları ancak CHP’ye karşı olmakla vatansever kabul eden bu uygulamadır. O tarihten sonra ülkenin her yanında Vatan Cephesi örgütleri kurulmaya başlandı. Üyeler aslında DP’ye üye oluyorlar, fakat katıldıkları örgüte “Vatan Cephesi” deniyordu. Vatan Cephesi kuranların ve katılanların adları her gün radyoda tek tek okunuyordu. Rakipsiz tek yayın organı olan devlet radyosunda (çoğu gerçek dışı olduğu iddia edilen) bu listelerin her gün ve dakikalarca okunması, vatandaşta sıkıntı ve tepkinin yanı sıra siyasal gerilimi de büsbütün artıran bir kampanyaydı. DP ve CHP’lilerin kahvehanelerini dahi ayırdıkları gözlenmeye başladı.<br />
<br />
<b>18 Ekim </b>: Zile’yi ziyaret eden İnönü’nün karşılanmaması için ev ve işyerlerinden çıkmaları Kaymakam tarafından yasaklanmaya çalışılan halkla güvenlik güçleri arasında uzun süren çatışmalar yaşandı. Halka karşı basınçlı su, cop/dipçik, göz yaşartıcı bomba kullanıldı, havaya ateş açıldı.<br />
<br />
<b>19 Ekim :</b> Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes’in Emirdağ’ı bu ziyaretini özel bir destek işareti olarak değerlendiren Said-i Nursî, bu olaydan sonra ülke içinde gezilere başladı.<br />
(Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956’da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı).<br />
<br />
<b>03 Kasım </b>: CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.<br />
<br />
<b>30 Kasım </b>: İnönü’nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi’ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. ( DP hükümeti Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, TBMM’de bir soru üzerine, Demokrat Partinin ilk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı).<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1959</span></b><br />
<br />
<b>21 Ocak </b>: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ulus Gazetesi’ndeki bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>22 Ocak </b>: Demokrat İzmir Gazetesi yazı isleri müdürü Şeref Balçık’a 15 gün, gazetenin sahibi Adnan Düvenci’ye 1 yıl mahkûmiyet cezası verildi.<br />
<br />
<b>26 Ocak </b>: 17 gün hapis cezasına çarptırılmış olan Ankara Telgraf gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fethi Giray cezaevi’ne girdi.<br />
<br />
<b>17 Şubat </b>: Başbakan Menderes’i Londra’ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. ( Olayın Türkiye’de duyulması üzerine, iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası fazla sürmedi).<br />
<br />
20 Şubat : Yurda dönen Menderes boğa ve develerin dahi kesildiği görkemli törenlerle karşılandı. Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta evliya mertebesinde kabul edilen Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.<br />
<br />
<b>02 Mart</b> : Menderes’in müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami’sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi. Korur’un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrıları, 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 tarihini taşıyordu.<br />
<br />
<b>05 Mart </b>: Türkiye ile ABD arasında ikili bir askeri bir antlaşma imzalandı. ABD’nin diğer Bağdat Paktı ülkeleriyle de imzaladığı bu ikili antlaşmaya göre, bu ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda bulunacaktı. Bu maddede yer alan “dolaylı saldırı” kavramının, Irak’ta yaşanmış olan darbe benzeri bir tehditle karşılaşıldığında ABD’nin mevcut iktidarın yardımına koşacağı anlamına geldiği yorumu yapıldı. Çünkü NATO antlaşması çerçevesinde, ABD’nin bir “dış saldırı” konusunda zaten yardım taahhüdü bulunmaktaydı.<br />
<br />
<b>11 Mart</b> : Vatan gazetesinden alıntıladığı bir yazıdan dolayı, Ulus gazetesi Yazı isleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl 4 ay hapse, 4 000 lira ağır para cezasına mahkum edildi. Ayrıca Ulus gazetesi1 ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>12 Mart </b>: Haber gazetesinin sahibi ve yazı isleri müdürü Vedat Refiioğlu’na usulsüz tekzip yayımlamaktan 12 gün hapis cezası verildi<br />
<br />
<b>13 Mart </b>: Amerikalı gazeteci Pulliam’ın Türkiye hakkında yazdığı bir yazıyı Ulus gazetesinde yayımladığı gerekçesiyle gazetenin yazı isleri müdürü Erman’a 16 ay hapis cezası verildi; Ulus bir ay kapatıldı.<br />
<br />
<b>20 Mart</b> : Akis Dergisi yazı isleri müdürü Yusuf Ademhan 12 ay hapis cezasına mahkum edildi. Dergi bir ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>23 Mart</b> : Ankara’da yayınlanan Öncü gazetesi süresiz olarak kapatıldı.<br />
<br />
<b>26 Mart </b>: Akhisar’da çıkan İbret gazetesinin sahibi ve yazı isleri müdürü Mustafa Deral, yayım yoluyla hakaretten 10 ay hapis cezasına hüküm giydi.<br />
<br />
<b>15 Nisan</b> : Başbakan Menderes bindiği Giresun ve refakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya’ya gitti. Bu, bir örneği daha önce ve daha sonra hiç görülmemiş pahalı bir “yöntem” olarak tarihe geçti.<br />
<br />
2<b>5 Nisan</b> : CHP’li Kemal Satır’ın yaptığı konuşmayı yayımladığı için Ulus gazetesi yazı isleri müdürü Beyhan Cenkçi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>29 Nisan </b>: Tekzipleri usulüne uygun yayınlamadıkları için, Demokrat İzmir gazetesi yazı isleri müdürü Şeref Balçık 14 gün, Istanbul Havadis gazetesi yazı isleri müdürü Hamdi Tezkan 12 gün hapis cezası aldı.<br />
<br />
<b>30 Nisan</b> : İsmet İnönü’nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü’nün Kurtuluş Savaşı’nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak Valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı. Aksam Uşak iline civardan DP’li partizanlar getirildi.<br />
<br />
<b>01 Mayıs </b>: Uşak’tan ayrılmak üzere tren istasyonuna gitmekte olan İnönü’nün arabası önü kesilerek durduruldu. İnönü arabadan inip, yaya olarak istasyona giderken arkasından basına tas atıldı, İnönü başından kan akarak trene ulaştı ve İzmir’e gitti. İzmir’de CHP’nin yapmak istediği toplantı engellendi. DP’li partizanlar, Demokrat İzmir Gazetesi’ni bastılar, matbaa makinelerini parçaladılar.<br />
<br />
<b>02 Mayıs </b>: İzmir’de CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü’yü karşılamaya gelenleri jandarma dağıttı; 10 kişi yaralandı; olaya yayım yasağı kondu.<br />
<br />
<b>04 Mayıs </b>: CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün arabası Istanbul Topkapı’da Trafik Müdürü tarafından durduruldu. Çevrede organize olarak toplanmış ve içirilmiş zorbalar tarafından araba sarıldı. Bir binbaşının olaya müdahale edip askerlere emir vermesi sonucu İnönü son dakikada linç edilmekten kurtuldu. Olaya yayım yasağı kondu. Aynı gün Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri protesto amacıyla Meclis oturumuna katılmadılar.<br />
<br />
<b>11 Mayıs </b>: Bursa’da yayımlanan Yeni Ant gazetesinden Derviş Sami Tasman ve Fethi Tasman da 1 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldılar.<br />
<br />
2<b>0 Mayıs </b>: Vatan gazetesi yazarlarından Sadun Tanju, saldırıya uğradı<br />
<br />
<b>27 Mayıs </b>: Ankara’da yayımlanan Zafer ve Yenigün gazeteleri ve Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. Ulus gazetesi yazı isleri müdürü Ülkü Arman, Bülent Ecevit’in bir yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası aldı.<br />
<b><br /></b>
<b>03 Haziran </b>: Polis Zonguldak Maden İşçileri Kongresini dağıttı.<br />
<br />
<b>03 Haziran </b>: İzmir Demokrat gazetesi 1 ay kapatıldı. Gazeteci Adnan Düvenci ve Şeref Baksık 16’şar ay hapis cezasına çarptırıldılar.<br />
<br />
<b>24 Haziran </b>: Doğan Avcıoğlu’nun İran Şahı Rıza Pehlevi’ye ilişkin yazısı nedeniyle Akis dergisi hakkında dava açıldı.<br />
<br />
<b>08 Temmuz </b>: Ulus gazetesinden Oktay Verel ve yazı isleri müdürü Beyhan Cenkçi birer buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>13 Temmuz</b> : Trabzon’da bir Amerikan üssü kuruldu.<br />
<br />
<b>29 Temmuz</b> : Istanbul’da 3, Nazilli’de 1 gazeteci hapse mahkum edildi.<br />
<br />
<b>31 Temmuz</b> : Türkiye (sonradan AB’ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için resmen başvurdu.<br />
<br />
<b>19 Eylül </b>: İncelemelerde bulunmak için Çanakkale’ye gelen CHP milletvekilleri İbrahim Saffet Omay ve Daniş Yurdakul’u taşıyan geminin limana yanaşması DP’liler tarafından engellendi ve İmroz’da indirildiler. Gece bir motorla gizlice İmroz’dan Çanakkale’ye geçen iki milletvekilinin gerek Geyikli’ye gelişlerinde gerekse döndükleri zaman Istanbul rıhtımında karşılanışlarında DP’li grupların saldırıları çatışma yarattı..<br />
<br />
<b>07 Kasım </b>: CMP lideri Osman Bölükbaşı 10 ay hapse mahkum oldu.<br />
<br />
<b>16 Aralık </b>: Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.<br />
<br />
<b><span style="color: red;">1960</span></b><br />
<br />
<b>01 Ocak</b> : Lüks otomobiliyle bir süredir yurt gezilerini sürdürmekte olan Said-i Nursi Istanbul’a geldi.<br />
<b><br /></b>
<b>05 Ocak </b>: Mersin’e gitmekte olan Menderes’in önüne Tarsus’ta elinde kasap bıçağı olan Ali Bayat adlı bir şahıs çıktı ve bacaklarının arasına sıkıştırmış olduğu beş yasındaki çocuğu göstererek “uçak kazasından kurtulduğunuz için oğlumu size kurban edeceğim” dedi, son anda engellendi.<br />
<br />
<b>05 Ocak </b>: Kim dergisi sorumlu yazı işleri müdürü Şahap Balcıoğlu Amerikalı gazeteci Eugene Pulliam’ın Türkiye hakkında yazdığı yazıyı yayımlamak suçundan yediği 16 aylık cezasını çekmek üzere cezaevine girdi.<br />
<br />
<b>Ocak</b> : Said-i Nursî’nin doğu illeri valilerine yazdığı bir mektup CHP’liler tarafından ele geçirilince basında yer aldı. Said-i Kürdî mektupta şunları söylemekteydi :<br />
“Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Bu 60 bin talebenin içinde bir iki ahlaksız da çıkabilir. Bunları kitlemize mal etmek doğru değildir. Bu yüzden bölgenizde risale-i Nurlar toplattırılmamalıdır. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Simdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız. Müslüman Demokratların göstereceği yardıma güveniyorum. Bundan ötürü birkaç defa<br />
Ankara’ya gittim,Müslüman vekillerle görüştüm.. Bilhassa başvekil sayın Adnan Bey ve (Milli Eğitim Vekili) Tevfik ileri ve sayın (İçişleri Vekili) Namık Gedik’ten bu neticeyi tayin ettim…. Saidi Nursî “<br />
<br />
<b>25 Şubat </b>: (Mehmet Barlas’ın babası) CHP’li Cemil Sait Barlas, 10 ay hapse mahkum oldu.<br />
<br />
<b>26 Şubat</b> : Hükümet, İnönü’nün diğer birkaç milletvekili ile birlikte siyasî faaliyetleri nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi.<br />
<br />
<b>07 Mart </b>: Gazeteci Ahmet Emin Yalman, 15 ay 16 günlük mahkumiyetini çekmek üzere cezaevine girdi.<br />
<br />
<b>02 Nisan </b>: Partisinin il kongresine gitmekte olan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün bulunduğu tren, Kayseri’ ye 32 km kala valinin emriyle askerî birlikler tarafından önü kesilerek durduruldu. Saatlerce süren bir sinir mücadelesini kazanan İnönü, Kayseri’de büyük bir kalabalık tarafından karşılandı.<br />
<br />
<b>03 Nisan </b>: Ankara’ya dönüş yolunda Yeşilhisar’a uğramak isteyen İnönü’nün otomobili İncesu köprüsü üzerinde askeri kamyonlar ve askerlerin oluşturduğu barikatlarla kesildi. Saatler süren tartışmalardan sonra İnönü barikatları yürüyerek yardı ve geçti.<br />
<br />
<b>05 Nisan </b>: CHP Meclis Grubu, yayınladığı bildiriyle, son olaylar üzerinde durarak, yurdun selameti bakımından seçimlerin bir an önce yapılmasını istedi.<br />
<br />
<b>07 Nisan</b> : Başbakan Menderes Parti Grubunda konuştu: “Memleket bugün kabili idare olmaktan çıkmıştır. İsler çoktan laçka olmuştur. Adliye islemez hale gelmiş, idare aciz düşmüştür…”<br />
<br />
<b>07 Nisan</b> : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri gezisinde karşılaştığı engellemeler ve bunlara alet edilmeleri nedeniyle bazı subaylar ordudan istifa etti. İstifa eden subaylar tutuklanarak cezaevine konuldular.<br />
<br />
<b>12 Nisan </b>: DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP’yi “silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla”, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı ve üç ayda isini bitirecek bir Tahkikat (Soruşturma) Komisyonunun kurulması yönünde kararın alındığını açıklıyordu.<br />
<br />
<b>18 Nisan</b> : DP Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit’in, ’CHP’nin yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetlerinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve memleketin her tarafında yoğun bir halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meseleleriyle adli ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasını isteyen önergeleri’ kabul edildi. Önergenin görüşülmesi esnasında Mecliste sert tartışmalar yasandı. İnönü: ” Biz demokratik rejimi kurduk. Bu demokratik rejimi, istikametinden ayırıp baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam…” dedi.<br />
<br />
<b>27 Nisan </b>: Meclis bünyesinde kurulan 15 üyeli Tahkikat Komisyonuna ek yetkiler veren kanun, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi. 12 CHP Milletvekili 3-6 , İnönü ise 12 oturum Meclis’ten çıkarılma cezası aldı. İnönü’nün konuşmasının tutanaklardan silinmesi kararı alındı. Oturumdan çıkarılma cezası alan CHP milletvekilleri direnince genel kurul salonundan polis zoruyla çıkarıldılar. Komisyonun ilk icraatı, ülkedeki tüm siyasal etkinliklerin ve Meclis görüşmelerinin yayınlanmasını yasaklamak oldu.<br />
<br />
Kurulan komisyon; sivil ve askerî savcılarla yargıçların tüm yetkilerine sahip olacak, istediği ev ve kuruluşu basabilecek, öngördüğü evrak, belge ve eşyalara el koyabilecek, gazeteleri toplatabilecek ve matbaalarıyla birlikte kapatabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelmenin veya savsaklamanın cezası üç yıla kadar hapis olacaktı.<br />
DP’nin yargı yetkisini özel bir heyete veren bu kararı açık bir anayasa ihlaliydi ve iktidardan düşüp yargılandıklarında sorumlu tutuldukları en ağır suçu oluşturdu.<br />
<br />
<b>28 Nisan </b>: TBMM görüşmelerini haber yapmaya kalkışan tüm gazeteler toplatıldı.<br />
<br />
<b>28 Nisan</b> : Istanbul Üniversitesi öğrencileri, üniversite merkez binasında hükümet aleyhine gösteri yaptı. Güvenlik güçleri, gösterilere müdahale etti. Güvenlik güçlerinin üniversiteden ayrılmasını isteyen rektör Prof.Dr Sıddık Sami Onar, tartaklanarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Polis çaresiz kaldı, ordu birlikleri çağrıldı.<br />
<br />
Gösterilerde, Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis ateşi sonucu vurularak öldü, 40 kişi yaralandı. Üniversiteden çıkıp Sirkeci’ye kadar ilerleyen gençlerin karşı tarafa geçmemesi için köprüler açılarak geçiş kesildi. Ankara ve Istanbul’da sıkıyönetim ilan edildi.<br />
29 Nisan : Ankara’da Siyasal Bilgiler ile Hukuk Fakültesi öğrencileri de eyleme geçtiler. Istanbul’daki eylemler de sürdü. Ankara ve Istanbul üniversiteleri 1 ay süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>30 Nisan </b>: Gençlerin protesto eylemleri sırasında tank üzerinden düsen Nedim Özpulat adlı genç öldü. Istanbul’da bir gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ali Ulvi’nin karikatürü nedeniyle Cumhuriyet gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>02 Mayıs </b>: NATO Bakanlar Konseyi Istanbul’da toplandı. Protesto gösterileri yapıldı.<br />
<br />
03 Mayıs : Emekli olmak üzere izne ayrılan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, yazılı olarak hükümeti uyarmak istedi. Bu mektup ihtilalden sonra açıklanmıştır.<br />
<br />
<b>04 Mayıs</b> : Yeni Sabah gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı. Demokrat İzmir gazetesinden 16 kişi mahkum oldu.<br />
<br />
<b>05 Mayıs </b>: Demokrat Partililer hükümete destek için Ankara Kızılay’da bir gösteri düzenlemeye karar verdiler. İktidara karsı gençler de aynı gün, aynı saat, aynı yerde gösteri yaptılar. (Gençlerin bu eylemi yapabilmek için “fısıltı gazetesi” denilen yöntemle haberleşmede kullandıkları 555 K, yani “besinci ayın besinde, saat beste, Kızılay’da” parolası siyasî tarihe geçmiştir.) Dolayısıyla DP’nin gösteri planı geri tepmiş oldu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes alanda protestolarla karşılandı.<br />
<br />
<b>06 Mayıs</b> : 555K gösterilerinin fotograflarını ve haberini yayımladığı gerekçesiyle Zafer gazetesi 1 hafta kapatıldı.<br />
<br />
<b>06 Mayıs</b> : Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel görevinden izinli olarak ayrıldı.<br />
<br />
<b>09 Mayıs </b>: Hür Adam gazetesi 10 hafta kapatıldı<br />
<br />
<b>16 Mayıs</b> : Milli Eğitim Bakanlığı 19 Mayıs gösterilerini yasakladığını açıkladı.<br />
<br />
<b>18 Mayıs </b>: Aksam gazetesi 20 gün süreyle kapatıldı.<br />
<br />
<b>21 Mayıs</b> : Harp Okulu öğrencileri Ankara’da, hükümet aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptılar. Önlem olarak Harp Okulu öğrencileri tatile gönderildiler.<br />
<br />
2<b>2 Mayıs</b> : Haberleşmeye sansür koyan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, beş kişinin bir araya gelerek dolaşmasını yasakladı.<br />
<br />
<b>25 Mayıs </b>: Meclis, 20 Haziran 1960 tarihine kadar tatil edildi. Bugünkü birleşimdeki konuşmaların yayınlanması yasaklandı.<br />
<b><br /></b>
<b>27 Mayıs</b> : 27 MAYIS ihtilali.. Türk Silahlı Kuvvetleri idareyi ele aldı. Meclis feshedildi. Yeni anayasa ve demokratik müesseselerin kurulması hazırlığına başlanıldı.<br />
<br />
<b>28 Mayıs </b>: Cumhurbaşkanı Celal Bayar istifa etti. 3 asker, 14 sivilden oluşan bir hükümet kurulduğu duyuruldu.<br />
<br />
<b>29 Mayıs </b>: DP İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu bulunduğu Harp Okulu’nda pencereden atlayarak intihar etti. Gözaltına alınmış olan 150 kişi Yassıada’ya getirildi.<br />
<span style="font-size: x-small;">Alıntı</span></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-70261728489253525442019-09-26T18:58:00.001+03:002019-09-26T19:00:46.911+03:00Ürgüp 12.08.2011<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<b>12.08.2011 Tarihinde Ürgüp Yakınlarında Sağlıklı su kaynağından görüntüler</b><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-VkHUYyaQr0E/XYzdzWnakOI/AAAAAAAAgAk/YQcsLlsdKiQu0QzrD75GPzUUX5ay14VsQCLcBGAsYHQ/s1600/ben3.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="920" data-original-width="1510" height="387" src="https://1.bp.blogspot.com/-VkHUYyaQr0E/XYzdzWnakOI/AAAAAAAAgAk/YQcsLlsdKiQu0QzrD75GPzUUX5ay14VsQCLcBGAsYHQ/s640/ben3.gif" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-c5Nur7JoBTU/XYzfIdYEdvI/AAAAAAAAgAw/MAoqmNvX_9cIMKQMyb3E6Og_7HWGTy18wCLcBGAsYHQ/s1600/2011_08_11_%25C3%259Crg%25C3%25BCp_014.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1072" data-original-width="1600" height="427" src="https://1.bp.blogspot.com/-c5Nur7JoBTU/XYzfIdYEdvI/AAAAAAAAgAw/MAoqmNvX_9cIMKQMyb3E6Og_7HWGTy18wCLcBGAsYHQ/s640/2011_08_11_%25C3%259Crg%25C3%25BCp_014.JPG" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-9sn0p8ZomSo/XYzfdJX4_FI/AAAAAAAAgA4/ookCBaMXqyg0yEq3A8dW8zF8yxEBAU1bwCLcBGAsYHQ/s1600/2011_08_11_%25C3%259Crg%25C3%25BCp_018.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1072" data-original-width="1600" height="428" src="https://1.bp.blogspot.com/-9sn0p8ZomSo/XYzfdJX4_FI/AAAAAAAAgA4/ookCBaMXqyg0yEq3A8dW8zF8yxEBAU1bwCLcBGAsYHQ/s640/2011_08_11_%25C3%259Crg%25C3%25BCp_018.JPG" width="640" /></a></div>
<br /></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-56550804830654808702019-09-22T13:52:00.001+03:002019-09-22T13:53:26.119+03:00Liyakat, Biat<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-qySfg4Obt80/XYdSJ5tAFsI/AAAAAAAAf_s/WPtxQgPQa88OFVLSxo7CkpNABsFBzCy5ACLcBGAsYHQ/s1600/Y_%25C3%25B6zdil.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="155" data-original-width="311" height="159" src="https://1.bp.blogspot.com/-qySfg4Obt80/XYdSJ5tAFsI/AAAAAAAAf_s/WPtxQgPQa88OFVLSxo7CkpNABsFBzCy5ACLcBGAsYHQ/s320/Y_%25C3%25B6zdil.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Yılmaz Özdil; Pür dikkat okumanızı rica ederim…<br />
<br />
Liyakat,biat<br />
<br />
1933.<br />
Cumhuriyet on yaşına gelmişti.<br />
Onuncu Yıl Marşı için yarışma açıldı.<br />
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar'ın yazdığı sözler seçildi, Cemal Reşit Rey besteleyecekti.<br />
<br />
★<br />
<br />
Mustafa Kemal güfteyi görmek istedi.<br />
Getirdiler.<br />
<br />
★<br />
<br />
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan<br />
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan<br />
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan<br />
Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan<br />
<br />
★<br />
<br />
Okudu.<br />
Son dizenin üstünü çizdi.<br />
“Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazdı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Sonra da Behiç Erkin'e döndü.<br />
Çanakkale'den beri arkadaşıydı.<br />
İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıydı.<br />
Devlet demiryollarının kurucusu ve ilk genel müdürüydü.<br />
“Sizlerin bu on senedeki emeğiniz iyi ifade edilmiyordu, o nedenle o mısrayı değiştirdim” dedi.<br />
<br />
★<br />
<br />
Türkiye Cumhuriyeti'nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesine imzasını atan Mustafa Kemal… Zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” metaforuyla, Onuncu Yıl Marşı'na da imzasını atmıştı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Behiç Erkin…<br />
İstanbul doğumluydu.<br />
Mustafa Kemal'den beş yaş büyüktü.<br />
Kurmay subaydı.<br />
Lojistik dehasıydı.<br />
Çanakkale'ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı.<br />
Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu'ya geçti, milli mücadeleye katıldı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Anadolu'ya geçtiği gün, Mustafa Kemal çağırdı.<br />
“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi.<br />
<br />
★<br />
<br />
Behiç Erkin, Mustafa Kemal'i yanıltmadı.<br />
“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömdü.<br />
Savaştan sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi.<br />
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'nın kurucusu ve ilk genel müdürü oldu.<br />
O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu.<br />
İşletme dilini Fransızca'dan Türkçe'ye çevirdi.<br />
Demiryolları müzesi kurdu.<br />
Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan Mühendis Mektebi'ne özerklik kazandırdı.<br />
Milletvekilliği yaptı, bakanlık yaptı, büyükelçilik yaptı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Kurtuluş Savaşı'nın en kritik günlerinde, Mustafa Kemal acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti.<br />
“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.<br />
Behiç Erkin derhal cevap telgrafı gönderdi.<br />
“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi!<br />
Mustafa Kemal'den tekrar telgraf geldi:<br />
“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”<br />
<br />
★<br />
<br />
İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç'e Erkin soyadı verildi.<br />
Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç'e gönderdiği mektupta, Erkin'in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”<br />
<br />
★<br />
<br />
Behiç Erkin gerçekten her şart altında kendi doğrularını gerçekleştiren, bağımsız kişiydi.<br />
İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa nazi işgali altındayken, Paris Büyükelçimiz'di.<br />
Müthiş bir insanlık örneğine imza attı, 20 bine yakın Yahudi'ye Türk pasaportu vererek, Türk vatandaşı gibi göstererek, ölümden kurtardı.<br />
“Türk ulusu adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” dedi.<br />
20 bin insanı kurtardı.<br />
<br />
★<br />
<br />
1961'de rahmetli oldu.<br />
Vasiyet etmişti…<br />
“Beni, ilk demiryolu genel müdürlüğü görevini üstlendiğim Eskişehir'e, İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği yerde toprağa verin” dedi.<br />
Orada yatıyor.<br />
<br />
★<br />
<br />
Albay rütbesiyle emekli olan Behiç Erkin, ömrü boyunca not tutmuştu, yaşadıklarını gün gün kaydetmişti.<br />
900 defterden oluşan notlarını 29 Ekim 1958'de Türk Tarih Kurumu'na teslim etti.<br />
Devlete millete tek kuruş yük olmamak amacıyla, yayın masrafları için 10 bin lira bağış yaptı, o günün parasıyla çok ciddi paraydı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Pür dikkat okumanızı rica ederim…<br />
<br />
★<br />
<br />
Kelimenin tam manasıyla “yurtsever devrimci” olan Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hatırat” isimli kitabının son paragrafında kelimesi kelimesine şunları söylüyor…<br />
<br />
★<br />
<br />
“Yukarılarda beyan ettiğim veçhile ben, 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim.<br />
Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu sekiz sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır.<br />
Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray parçalarıyla yapılmış ve demir köprüler gelinceye kadar ahşap köprülerle hat işletmeye açılmış iken, bu sırada dahi bir kaza kaydolunmamıştır.”<br />
<br />
★<br />
<br />
Kurtuluş Savaşı…<br />
Büyük Taarruz…<br />
Kaza bile yok!<br />
<br />
★<br />
<br />
“Liyakat aşığıyım” diyen Mustafa Kemal'in, devlete yönetici seçerken ne kadar isabetli tercihlerde bulunduğunun kanıtlarından biriydi.<br />
<br />
★<br />
<br />
Ve dün…<br />
Devlet demiryolları genel müdürü görevinden alındı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Alt tarafı üç yıl görev yaptı.<br />
<br />
★<br />
<br />
2016'da 67 ağır kaza oldu.<br />
95 kişi hayatını kaybetti.<br />
2017'de 45 ağır kaza oldu.<br />
54 kişi hayatını kaybetti.<br />
Kimisinde tren trene vurdu, kimisinde hemzemin geçitte tren insana vurdu, kimisinde tren raydan çıktı.<br />
<br />
★<br />
<br />
2018…<br />
Edirne'den İstanbul'a giden tren Çorlu'da devrildi, cinayetten farksızdı, raylar çamaşır ipi gibi havada asılı duruyordu, altında toprak yoktu, çünkü kontrol eden yoktu, kontrol etmesi gereken işçileri işten çıkarmışlardı, bir ay önce yapılması gereken bakım-onarım ihalesini iptal etmişlerdi, yedisi çocuk, 25 insanımız hayatını kaybetti, 328 insanımız yaralandı.<br />
Seçim şovu yapmak için, oy toplamak için, eksikleri tamamlanmadan açılan, sinyalizasyonu bile olmayan tren hattında, Ankara garından çıkan hızlı tren, karşı yönden gelen kılavuz lokomotifle kafa kafaya çarpıştı, dokuz insanımız hayatını kaybetti, 86 insanımız yaralandı.<br />
<br />
★<br />
<br />
Geçen hafta…<br />
Kılavuz tren tünelde duvara çarptı, iki makinist hayatını kaybetti.<br />
<br />
★<br />
<br />
Liyakat var.<br />
Kurtuluş Savaşı'nda bile kaza yok.<br />
Biat var.<br />
Trene binerken helalleşiyoruz.<br />
<br />
★<br />
<br />
Devletin her kurumunda böylesine yeteneksizleri bulup biraraya getirmek, özel yetenek olsa gerek!</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-278292954731127442019-09-14T17:37:00.002+03:002019-09-14T17:38:36.772+03:00Derviş' in Kavalı ve Felsefe Dersleri<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-sJ0h2QkVgCM/XXzfYxAPecI/AAAAAAAAf80/qkGWsUSYMoAZFJQIAfX2f5sLlVJEf783wCLcBGAsYHQ/s1600/Dervi%25C5%259Fin%2BKavali.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="576" data-original-width="660" height="556" src="https://1.bp.blogspot.com/-sJ0h2QkVgCM/XXzfYxAPecI/AAAAAAAAf80/qkGWsUSYMoAZFJQIAfX2f5sLlVJEf783wCLcBGAsYHQ/s640/Dervi%25C5%259Fin%2BKavali.png" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Bugün eşimin ellinci ölüm yıl dönümü. Evliliğimizin üçüncü yılında, henüz yirmi yedisinde soluverdi canı bir tanemin. Bir evlat emanet etti bana, oğlumu. Ailem, dostlarım, komşularım birçok kez baskı yaptılar evlenmem için. Evlenmedim. Elli yıldır özlemimdeki sırlı güzelliktir eşim. Can yoldaşımı çok özlüyorum ve ona bir mektup yazdım bugün. Kendimden, oğlumdan, güzel günlerden, hoş hatıralardan bahsettiğim bir mektup. O mektubu paylaşacağım sizinle ve mektubumun bitiminde kaval çalacağım eşimin o güpgüzel ruhuna doğru…<br />
<br />
Can Yoldaşım,<br />
<br />
Bir haftalığına oğlumuzun yanına gitmiştim İstanbul`a. Bugün döndüm köye. Yolda yazdım sana bu mektubu. Şimdi mezarının başında okumak istiyorum. Biliyorum ki, bütün zamanlardan ve bütün mekanlardan gören ve duyansın beni sen; evimizden, bahçemizden, oğlumuzun yanından , yeryüzünden ve gökyüzünden duyumsayansın ruhumu.<br />
<br />
Oğlumuz profesör oldu geçen ay, felsefe profesörü. Benim kadar sen de gurur duymuşsundur eminim. “Babacığım seni her davet edişimde reddediyorsun; ama bu sefer beni kırma lütfen. Üniversitede dersime girmeni çok isterim” dedi. “Peki” dedim, “otururum bir kenarda.” “Hayır babacığım” dedi, “kürsümde sen oturacaksın ve sohbet edeceksin öğrencilerimle. “ Şaşırdım. “Oğlum, ne konuşabilirim ki öğrencilerinle?” dedim. “Felsefe üzerine elbette” dedi, “onlar soracak, sen cevaplayacaksın.” Kızdım. Dedim, “senin gibi tahsilli değilim ben, aklım ermez senin ilmine. “ “Kıracak mısın yine oğlunu?” dedi sitemle. Sana baktım, senin duvardaki fotoğraflarına, -hele kucağında oğlumuzun olduğu fotoğrafa-. Seslendin o fotoğraftan bana, “git Derviş`im” dedin, “benim hatırıma, oğlumuzun hatırına git canım benim.” Yıllardır köyünden çıkıp ilçeye bile gitmeyen ben, oğlumuzun yolladığı biletle, on saatlik yola, İstanbul`a gittim.<br />
<br />
Otogarda karşıladı beni oğlumuz. Nasıl özlemişim bir bilsen. Sımsıkı sarıldım ona. Oğlum annesi koktu, sen koktun o anda. Evinde ağırladı beni, -gelinimiz demeyeceğim kesinlikle- kızım ve torunlarımızla. Daha evine giderken sordum arabada, “öğrencilerin biliyor mu dersine gireceğimi?” “Evet babacığım” dedi. “Nasıl anlattın onlara beni?” dedim. Gülümsedi. “Bir köylüm gelecek ve sizinle felsefe sohbetleri yapacak dedim”. “Niye söylemedin baban olduğumu?” dedim. “Sana torpil geçmelerini istemedim, çatır çatır sorular soracaklar sana!” dedi. Aldı beni bir tedirginlik. “Bilmez misin, cahilim senin yanında oğlum” dedim. “Sen benim yalnızca babam değilsin, hocamsın” dedi oğlumuz. Eve vardığımızda kızımız, torunlarımız hep moral vermeye çalıştı bana. Kızımızı ve torunlarımızı da çok özlemişim. Ah, o tedirginlik işte; gece uyuyamadım, gözlerimi bile yummadım neredeyse.<br />
<br />
Oğlumuz kavalımla gelmeni söylemişti. “Olur” demiştim, “kaval çalışımı özlemiştir. “ Ertesi sabah üniversiteye gitmek için hazırlanırken, “kavalını da al babacığım” dedi. “Öğrencilerine kaval mı çalacağım?” dedim. “Sen sustuklarını kavalında dillendirensin” dedi. “Rezil olacağım bugün” dedim. “Hayır babacığım” dedi, “her şey çok güzel olacak…”<br />
<br />
Vardık üniversiteye. Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı oğlumuz; profesör, doçent, asistan arkadaşlarıyla. Öyle mahcup oldum ki el sıkışırken. Bir şey dediklerinde, sesim titredi konuşurken. Fısıldadı kulağıma oğlumuz, “benim hatırıma ve annemin hatırına” dedi, “lütfen rahat ol babacığım.”<br />
<br />
Koluma girdi oğlumuz ve sınıfına geçtik. Gülümseyerek karşıladı bizi gencecik çocuklar. “Size bahsettiğim köylüm” dedi oğlumuz, “Derviş Amcanız bizimle olacak bugün.” “Hoş geldiniz” dediler. “Bugün aranızda oturacağım” dedi oğlumuz, “Derviş Amca kürsüde yer alacak.” Yüzümün kızardığını, hatta yandığını hissettim kürsüye yönelirken. “Önde bir yere otur bari” dedim usulca, “bir şey olursa yardım edersin bana”. Gülümsedi, omzuma dokundu hafifçe ve en arkada bir yere oturdu hınzır!<br />
<br />
Ön sıradan bir öğrenci dedi ki kürsüdeki bana, “sizinle felsefe üzerine konuşabileceğimizi, her şeyi sorabileceğimizi söyledi hocamız.” Çekinerek dedim, “vakıf değilim felsefe ilmine, ama bildiğim bir şey olursa söylerim.” Gülümsedi hepsi, içtenlikliydi gülümsemeleri. “Köyde yaşıyormuşsunuz” dedi bir öğrenci, “anlatsanıza köyünüzü”. “Bizim oralarda gökyüzü daha hür” dedim, “yıldızlar daha bol.” “Eminim ki öyledir” dedi bir başka öğrenci, “İstanbul`da gökyüzü bile tutsak.” Bir ferahlık süzüldü ruhuma. “Buğday ekerim ben” dedim. “Bir buğday tanesinde ne görüyorsunuz?” diye sordu biri. “Emeği görürüm “ dedim. “Emeği ekinde gördüm ömrüm boyunca; ekin ektikçe huzur buldum, ekmeğimi kazandım ve ektiğim buğdaylarla hem doydum, hem doyurdum.” “Derviş Amca, sen ne güzel bir insansın” dedi bir başkası. “Sağolasın” dedim, “hepimiz can`ız ve hepimiz güzeliz.” Aynı öğrenci,“sana ironik bir soru sormak isterim” dedi. İronik ne demek bilmiyorum. Dedim içimden “başlıyor bilmediğim yerlerden sorular gelmeye!” “Kaç sorusu olabilir bir kedinin?” dedi. Torunlarım geldi gözümün önüne, “onlar sorsa bu soruyu, ne derdim acaba?” diye düşündüm. Bütün gençler merakla bana bakıyor. Göz gezdirdim sınıfa, dedim ki, “sokak kedisinin sorusu olmaz hiç, ev kedisinin de cevabı...” “Derviş Amca, süpersiniz ” dedi biri. “Müthiş cevaptı” dediler. “Ben de bir ironik soru soracağım” dedi bir genç. O kadar tedirgin olmadım bu sefer! “Bir balık mı yaşamımız kuş olmaya hüküm giymiş?” dedi. Torunlarımızı düşündüm yine. Onların her muzır sorusuna, aynı muzırlıkta cevap verişimi. “Kuş olamayacağını anlayınca uçanbalık olmuş bir yaşamımız var belki de” dedim. “Alkışlıyorum sizi” dedi soruyu soran öğrenci. “Helal olsun Derviş Amcaya” diyenler, “harikasınız amcacığım” diyenler… Felsefe akımlarından, düşünürlerden soru sormadılar bana. Biri dedi, “çok güzel kaval çalıyormuşsunuz, bize kaval çalar mısınız?” “Eşimi kaybettikten sonra öğrendim kaval çalmayı” dedim. “Kaval ne ifade ediyor sizin için?” dediler. “Sevgiyi ifade ediyor” dedim; “eşimin sesi, nefesi, ruhu kavalımın tınılarında dolaşıyor her üflediğimde.” “Bize eşinizi anlatır mısınız kaval çalarak?” dedi bir genç. Demedim bir şey. Çıkardım kavalımı kılıfından. Yanı başımda seni gördüm sanki. “Çal Derviş`im” dedin bana, “benim için üfle kavalına bir tanem…” “Gel gör beni aşk neyledi”; ne çok severdik Yunus`un mısralarını değil mi… Onu çalarken öğrenciler de eşlik etti bana…<br />
<br />
Ben yürürüm yane yane<br />
Aşk boyadı beni kane<br />
Ne akilem ne divane<br />
Gel gör beni aşk neyledi…<br />
<br />
Bitiremeden ezgiyi, gözlerim doldu, nefesim ıslandı… Baktım, çocukların da gözleri dolu dolu olmuş. Yanıma geldiler, “eşini çok sevmişsin Derviş Amca” dediler. “Seviyorum” dedim. “Can olana ölüm yok ki; bedenimiz çürüse de sevgimiz taptaze dolaşacak yeryüzünü, doğayı, evreni…” Sevgiden konuştuk, aşktan, umuttan… “Aşkı tarif etsenize” dediler. “Aşk” dedim, “zemheride bile kelebek olmaya heveslenmektir.” “Kelebeğin ömrü üç günlük” dediler, “üç günlük dünyadayız zaten” dedim. Hiçbiri sırasına dönmedi, hepsi yanımda yöremde. Oğlum geldi en arka sıradan. “Müsaade eder misiniz?” dedi. Çekildiler geçebilmesi için. “Derviş Amcanız benim babamdır, ama babam olduğu kadar hocamdır da. “ Şaşırdılar. “Elinizi öpmek isterim hocam” dedi oğlumuz. “Estağfurullah oğlum” dedim, “ben senin elini öpmeliyim asıl.” Kavradı elimi oğlumuz, öpüverdi saygıyla. Sarıldık birbirimize. “Sizin hocanız bizim de hocamızdır” dedi bir öğrenci. Bir de baktım, hepsi sıraya girmiş elimi öpmek için. Oğlumuz dedi ki, “felsefe, sevgiye ulaşmak için bir köprüdür; babam da bir köprü işte görüyorsunuz.” “Derviş Hocanın üflediği kaval bana çok şeyi sorgulattı birkaç dakika içinde” dedi bir öğrenci. Bana “hoca” denmesi, ah nasıl mutlu etti beni. “Neyi sorguladın?” dedi oğlumuz. “Doğadan ne çok uzak düştüğümüzü sorguladım” dedi, “ne çok hırsımızın, kibrimizin olduğunu sorguladım.” “Derviş Hoca aşmış” dedi bir başkası, “annenizden bahsederken gözleri ışıl ışıl” dedi. “Derviş Hocamın sayesinde profesörüm” dedi oğlumuz. Duygulandım. “Estağfurullah hocam” dedim. “Ama ondan başka bir şey daha öğrendim” dedi. “Karıncayı incitmeyenlerden değil, bir çay kaşığı şekeri karıncadan esirgemeyenlerden olmayı öğrendim. İyi bir insan olmanın ötesinde, can olmayı, can`a kıymet vermeyi öğrendim.” Yanıma sokuldu yine. “Teşekkür ederim babacığım” dedi, “sana ve anneme çok teşekkür ederim…” Bütün öğrenciler alkışladı bizi. Oğlumuzla, çocukluğunda, karıncaları doyurmak için, karıncaların yollarına koyduğumuz toz şekerleri anımsadım… “Karıncalar…” dedim. Tutamadım kendimi, hıçkıra hıçkıra ağladım, dakikalarca hem de… Sarıldı bana yine oğlumuz, o sıcacık gençler sarıldılar sımsıkı. Korkarak girdiğim sınıftan sevinç gözyaşları içinde çıktım. Hatıra fotoğrafları çekildik hep beraber. Arabaya binene kadar, hatta araba hareket edip de gözden kayboluncaya kadar alkışladılar bizi ardımız sıra. Beni çok sevdiler karıcığım…<br />
<br />
“Sana bir hediye almak istiyorum” dedi oğlumuz. “Üzerindeki montu ver” dedim. “Sana yeni, daha kalın bir mont alayım babacığım” dedi. “Hayır” dedim, “seni her kokladığımda annenin kokusunu da alıyorum ben. Montunu giydikçe hem sen yanımda olacaksın, hem de annen.” Demedi bir şey. Üzerimde oğlunun montu var şimdi. Bir giyside canımdan parçalar, kokular, dokular saklı…<br />
<br />
Oğlumuz, yazdığı felsefe kitaplarını, tezlerini, makalelerini koydu çantama. Onun yazdığı kitaplara, emeğinin olduğu dergilere dokunmak, sana dokunmak gibi bir tanem. Oğlumuz bizim emeğimizdi, sevgimizdi, umudumuzdu. Onun felsefeye serpilen emeğini, sevgisini, umudunu okuyacağım her gece ve aşk`ı ,-öz`ümdeki felsefeyi- yollayacağım kavalımın tınılarıyla sana…<br />
<br />
Seni sevmek başlı başına bir felsefeymiş can özüm; seninle yan yana geçen zamanlarımız, bitmesini istemediğim felsefe derslerimmiş benim. Ah, o dersler ki aşk`a erdirdi beni. Ah güzel kadın, ah sevgili karıcığım, minnettarım varlığına…<br />
<br />
Yazan: Ergür Altan.</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-66850235949843638062019-07-01T22:02:00.004+03:002019-07-01T22:11:10.038+03:00LED TEKNOLOJİSİ (Light Emitting Diode)<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
LED (ler) hakkında ...<br /><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-o__TR9qwI7Q/XRpaaekui_I/AAAAAAAAfhQ/aNrda9JN6JAt9ir2Zq2lqnL8I7pl2UFTQCLcBGAs/s1600/Led2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="226" data-original-width="223" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-o__TR9qwI7Q/XRpaaekui_I/AAAAAAAAfhQ/aNrda9JN6JAt9ir2Zq2lqnL8I7pl2UFTQCLcBGAs/s320/Led2.jpg" width="315" /></a></div>
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-K1OaPHg4QXA/XRpaaIsubEI/AAAAAAAAfhI/VUWDRf7o0eoYdYay9xUgjgkLbUjNgm0ZwCLcBGAs/s1600/osram%2B2%2B8%2Bw.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; display: inline !important; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="247" data-original-width="204" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-K1OaPHg4QXA/XRpaaIsubEI/AAAAAAAAfhI/VUWDRf7o0eoYdYay9xUgjgkLbUjNgm0ZwCLcBGAs/s320/osram%2B2%2B8%2Bw.jpg" width="264" /></a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-HZHq5ViNDSA/XRpaaWuX3TI/AAAAAAAAfhM/WQaQFZG_Z1sLBiXV4wwsbvjQvq7nofSPwCLcBGAs/s1600/Renk_Led.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="225" data-original-width="225" height="640" src="https://1.bp.blogspot.com/-HZHq5ViNDSA/XRpaaWuX3TI/AAAAAAAAfhM/WQaQFZG_Z1sLBiXV4wwsbvjQvq7nofSPwCLcBGAs/s640/Renk_Led.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Günde 8 saatten yaklaşık 35 yıl bozulmadan yanabilen, üstelik sıradan bir ampulden on kat daha az elektrik tüketen bir aydınlatma sisteminden daha iyi bir şey olabilir mi ?<br />
<br />
Kısaca LED (<span style="color: red;">L</span>ight <span style="color: red;">E</span>mitting <span style="color: red;">D</span>iode) olarak adlandırılan yeni teknoloji otomobillerden sonra sokakları ve evlerimizi de aydınlatacak. Bu aydınlatma sistemi rekor bir dayanıklığa sahip.<br />
<br />
Bu yeni aydınlatma sistemi çok yeni olsa da şimdiden otomobil farlarından, evlere, sanayi, fabrika, depo, antrepo, işyeri, büro, mağaza, vitrin, showroom, belediyelere kadar çok geniş bir yelpazede kullanılmaya başlandı bile. Üstelik bu teknolojinin avantajı sadece uzun süre dayanıklı olması da değil; örneğin LED, ABD pazarının yüzde 50’sini ele geçirse ülkedeki elektrik tüketini 17 gigawatt azalacak; bu da tam olarak on yedi konvansiyonel nükleer santrale eşdeğer!<br />
<br />
Öte yandan, Kanadalı kuruluş Glenergy, altyapısı iyi olmayan az gelişmiş ülkeler için LED’in ideal olduğuna dikkat çekiyor.<br />
<br />
<br />
Topu topu çeyrek watt !<br />
<br />
Küçük bir güneş enerjisi panosu ve pile bağlı olan LED ampuller, bütünüyle otonom bir aydınlatma sistemi sunuyorlar. LED’ler çeyrek watt gibi son derece cüzi bir enerjiyle, okumak ya da yemek pişirmek için gereken ışığı sunabiliyorlar!<br />
<br />
Bu teknolojinin sunduğu diğer cazip seçenek ise şu : Nepal ve Sri Lanka’da 700 ev ve okulu donatan ‘ Light Up The World ’ kuruluşunun girişiminin kanıtladığı gibi 100 watt’lık beyaz LED altmış mekanı aydınlatmaya yetiyor.<br />
<br />
Aydınlatma sistemleri pazarının yılda 12 milyar Euro tutarında bir ciroya sahip olduğu göz önüne alındığında, ampul üreticilerinin bu yeni sistemle yakından ilgilendikleri tahmin edilebilir. Nitekim, yeni bir pazar yaratmak amacıyla ilk ittifaklar oluşturulmaya başlandı bile.<br />
<br />
Bunlardan biri de Philips Lighting ile Agilent Technologies’in ortak ürettiği Luxeon 5W. Luxeon 5W, 20 watt’a eşdeğer enerji oluşturan beyaz bir LED; ancak bu 20 watt’lık güce karşılık elektrik tüketimi sadece 5 watt kadar.<br />
<br />
<br />
Klasik ampulle kıyaslama<br />
<br />
Tüm bu rakamlar beyaz LED’lerin önemini ortaya koyuyor. Nitekim, halen piyasada olan sistemlerin artı ve eksilerinin dökümü yapıldığında, bu yeni teknolojinin günümüzdekilerin tahtını sarsacağı söylenebilir.<br />
<br />
Örneğin, klasik ampulü ele alalım : Devinimsiz gaz içine yerleştirilen, genellikle tungstenden üretilen metalik bir ince telden oluşan ve elektrik akımıyla yanan piyasadaki ampullerin gerçi üretim maliyeti düşük, ama randımanları son derece az. Elektrik akımının geçmesiyle meydana gelen ısı, ampul içindeki teli yaksa da, doğrudan elektrik üretimi söz konusu değil. Burada, tüketilen elektrik enerjisinin büyük bir bölümü ısıya dönüşüyor. Bu da watt gücünün azalmasına neden oluyor.<br />
<br />
Bir diğer sorun ise şu : Ampulün içindeki tel kendisini kesmekle tehdit eden şoklara ve titreşimlere duyarlı, ömrü ise her yakmada meydana gelen termik şokun etkisiyle kısalıyor.<br />
<br />
Halojen ampullerin varlığı durumu biraz düzelttiyse de, randıman hala önemli bir sorun oluşturuyor.<br />
<br />
Floresanların artısı<br />
<br />
Öte yandan, floresan tüpler ve kamu aydınlatmasında kullanılan düşük basınçlı gaz içeren diğer ampuller randıman şampiyonu. Nedeni ise, bu enerji kaynakları çok az ısındıklarından tüketilen elektrik enerjisinin büyük bir bölümünün ışığa dönüşmesi.<br />
<br />
<br />
Ancak floresan tüp, görünür ışığı oluşturacak plazmayı meydana getirecek yüksek gerilimi harekete geçirmek için büyük bir devreye (bobinaj, starter ...) gerek duyar.<br />
<br />
Tübün içine yerleştirilen bu devrenin üretim maliyeti ise, normal bir ampulünkinin beş, on katı.<br />
<br />
Öte yandan, floresan lambalar birçok kez yanıp söndürülmeye fazla dayanıklı değiller; üstelik tam olarak aydınlanmaları için de yaklaşık 30 saniyelik bir süreye ihtiyaç var. Ayrıca, soğuk havalarda da randımanları birdenbire düşüyor.<br />
<br />
LED’lerin en önemli özelliği ise iki teknolojinin de avantajlarına sahip olmalarına rağmen, eksi yönlerini içermemeleri ve böylece yüzde 100’lük bir randıman ortaya koyabilmeleri ...<br />
<br />
Enerjinin tümü ışık<br />
<br />
LED’i üretenler, on yıl içinde diyod bazlı bileşenlerin atom yapısını iyileştirmeyi umuyor. LED’lerin en önemli özelliği ise enerjinin tümünün ışık kaynağına dönüşüp ısı yaymaması.<br />
<br />
Nitekim, soğutma ekipmanları üretenler buzdolabı ve dondurucularda bu teknolojinin aydınlatma kaynağı olarak kullanılmasını planlıyor.<br />
<br />
LED üreticileri piyasaya çıkacak ilk modeller için 100.000 saat bozulmadan yanma garantisi veriyor.<br />
<br />
LED’i yakmak için 2 - 5 volt arası düşük bir enerji yetiyor. Daha yüksek gerilimlerde işleyen ampuller üretmek için ise, pek çok ampulü seri halinde yerleştirmek yetiyor. Son aşamada da, diyodun aktif kısmı saydam, sentetik reçineye gömülmüş küçük bir elektronik çipin özünü oluşturuyor : Böylece LED’ler darbelerden ve titreşimlerden etkilenmiyor.<br />
<br />
Ancak bu mükemmelliğin fiyatı pek ucuz değil. 60 watt’lık bir ampule eşdeğer ışık üreten beyaz altı diyodluk bir grubun fiyatı aşağı yukarı 120 Euro.<br />
<br />
Kısacası LED’ler pazarı fethetmeye hazırlanıyor. Özellikle de otomobil piyasasını ... Titreşimlere dayanıklılık ve düşük faaliyet gerilimi sayesinde ideal konumdalar. Böylece, ampul için duy, konektör ve diğer aksamlara gerek kalmıyor.<br />
<br />
Far optiğinin sonu mu?<br />
<br />
LED’lerin tüm bu avantajlarına gölge düşmemesi için geriye tek bir sorun kalıyor, o da fiyatının daha makul bir düzeye indirilmesi ... Üstelik LED’lerin yaydığı ışık yönlendirilebildiği için otomobil farlarının da yerini alması bekleniyor.<br />
<br />
LED’ler kamu aydınlatması açısından da avantajlı. Philips’te LED uygulamalarından sorumlu Patrice Hennebert, LED’ler sayesinde ışık kaynaklarını artırıp sadece gereken noktaya odaklamanın mümkün olduğunu belirtiyor.<br />
<br />
Nitekim, örneğin sadece yolu aydınlatmak gerekirken niçin ağaçlar da aydınlatılsın ki? Üstelik uzun ömürlü olması bakım masrafları da azaltıyor. Osram yetkililerine göre, beş yıl içinde diyodla aydınlatma gerçekleşecek.<br />
<br />
<br />
Öte yandan, LED teknolojisinin sadece aydınlatmada değil, bilgisayar, cep telefonları ve televizyon ekranlarında da kullanılması bekleniyor.<br />
<br />
Uzmanlar LED’lerle beraber, gelecekte bu sisteme uygun yeni tasarım avize, aydınlatma ekipmanlarının da piyasada olacağını ifade ediyorlar. Ancak bunlar da halen kullandıklarımızdan farklı olarak ışık kaynakları sabit olacak yani değiştirilemeyecek.<br />
<br />
LED’ler, halen kullanılan floresan lambalar gibi beyaz ışık yayıyor, bu insanlara itici gelebilir. Ancak bazı LED’lerin ısı ayarının yanı sıra renk ayarına da olanak tanımasıyla bu sorun çözülebilir.<br />
<br />
LED nasıl beyaza dönüşüyor?<br />
<br />
1962 yılında Amerikalı Nick Holonyak ilk “ Light Emitting Diode “ u yarattı. Bu sistemin dayandığı ilke şuydu : Elektronlar küçücük bir diyoddan geçtiklerinde enerji düzeyleri değişip ışık oluşturuyordu. O dönemde, ışık dalgasının uzunluğu diyodun bileşenlerine bağlı olduğundan kırmızı bir ışık ortaya çıkıyordu. Daha sonra sırasıyla turuncu, sarı ve yeşil LED’ler gündeme gelirken, 1993 yılında Japon Shuji Nakamura, galyum nitrürüne dayanan mavi bir LED buldu. Bu mavi LED beyaz ışığın önünü açtı. Beyaz ışık, teoride sayısız dalga uzunluğunu bir araya toplarken, gözümüz kolaylıkla aldanıp biri kırmızı, biri yeşil biri de mavi olmak üzere üç dalga uzunluğunu bir araya getirip beyaz ışık görmüş gibi oluyor.<br />
<br />
İşte beyaz LED’ler de bu yanılsamadan yararlanıyor. Bu da dört şekilde gerçekleşiyor. İlk önce üç LED (kırmızı, yeşil ve mavi) aynı kutuda toplanıyor: Ancak diyodların tümü aynı randımana sahip olmadıklarından global randıman bu durumdan etkileniyor. Bir diğer olasılık ise şu: Mavi diyoda, diyodun ışığı altında amber renginde yanan fosfor bazlı küçük bir pastil iliştiriliyor. Bu diyod maviyle birleştiğinde beyaz bir ışık üretiyor. Bir diğer hadde morötesi LED’e dayanıyor : Floresan bir bileşen bu ışımayı görünür beyaz ışığa dönüştürüyor. Organik LED’ler ise akım geçtiğinde beyaz ışık üreten organik öğeleri barındıran aktif bir katmana sahipler.<br />
<br />
LED İLE “ KATI HAL ” AYDINLATMA<br />
<br />
Işık ve insan<br />
<br />
Çok uzun zaman önce insanlar, yalnız gün ışığından (gündüz ışığından) istifade edebilmişler. Ateşin keşfi ile birlikte gündüzlerin dışında yapay ışıkla aydınlatmayı da öğrendiler. Daha sonra yapay ışık olarak meşaleler ve yağ lambaları ile aydınlandılar.Yağ lambası, meşale ve mum 19. yy ortalarına kadar gözde ışık kaynakları oldu.<br />
<br />
1870 lerde Edison un flamanlı lambayı geliştirmesiyle aydınlatmada yeni bir çığır açılmış oldu. 20. yüzyıda fluoresan lambalar, deşarj esaslı lambalar hayatımıza girdi. Geçtiğimiz asrın sonunda katı halde ve yarı iletken yapıda LED lambalar aydınlatmada yapay ışık kaynağı olarak yerini almaya başlıyacağının sinyalini verdi.<br />
<br />
Yapay ışık üretimi<br />
<br />
Temel olarak elektrik enerjisini ışığa çevirmek için 3 yöntem kullanılır. Isıtma yöntemi, düşük ve yüksek basınçlı metal buharlı ortamda deşarj yöntemi ve uyarılma ile ışık verme (luminescence) yöntemleri.<br />
<br />
1.Isıtma yöntemi : Bir flaman yapısı üzrinden elektrik akımı geçirilerek flamanın ısınması sağlanır ve akkor hale gelen flamanın yaydığı görülebilir ışık kullanımımıza sunulur. Örnek, akkor lambalar ve halojen lambalar.<br />
<br />
2.Gaz deşarjı : Havası boşaltılmış ve metal buharı ilave edilmiş bir tüp içerisinde iki elektrot vasıtasıyla bir gerilim uygulanarak, metal buharı üzerinden geçen akımın meydana getirdiği ark ın yaydığı görülebilir ışık aydınlatmada kullanılır. Örnek, civa buharlı lambalar, metal halide lambalar, sodyum buharlı lambalar.<br />
<br />
3.Uyarma ile ışıma yöntemi (Luminescence) : Alçak basınçlı civa buharlı lambalarda elde edilen gözle görülemeyen UV ışık ile bir fosfor tabakası uyarılarak görülebilen ışığa çevrilir. Örnek, fluoresan lambalar, kompact fluoresan lambalar.<br />
<br />
4.Elektrik enerjisini doğrudan ışığa çeviren bir yöntem olarak katı bir yapı içersinde elekronların uyarımı ile görülebilen ışık elde edilebilinir (electroluminescense). Örnek, LED lambalar.<br />
<br />
Işık yayan diyotlar<br />
<br />
LED , İngilizcede L ight E mitting D iodes kelimelerinin kısaltılarak, bu ürünün jenerik adı haline gelmiş söylenişidir . Bir LED yongası yapı itibarı ile N ve P tipi yarıiletken katmanlar arasına sandviç edilmiş aktif katman tabakasından ve bunların elektriksel bağlantılarından oluşan opto elektronik bir elemandır . LED ten doğru yönde bir akım geçirildiğinde elektronlar aktif katmanı uyarır ve aktif katmanda ışık üretilir. Üretilen ışık doğrudan veya reflektörden yansıma ile pencere katmanından yayılır.<br />
<br />
LED ler aktif katmanın metaryel yapısına bağlı olarak görülebilir ışık tayfının belirli bir bölümünde ışık yayarlar. Başka bir deyişle tek renk ışık üretilir ve aktif katmanda kullanılan materyel LED ışığının rengini belirler.Yüksek seviyede ışık veren renkli LED lerde aktif katman olarak farklı materyeller kullanılır (GaAs, Gap, GaN, AlInGaP ve InGaN). LED lerle beyaz ışık üretmek iki yöntemle mümkündür. Bunlardan birincisi; kırmızı, yeşil ve mavi üç adet LED yongasını bir kılıf içersinde kullanarak beyaz ışığı elde etmektir. İkinci yöntem ise mavi LED yongasında üretilen ışığın bir fosfor tabakasını uyararak beyaz ışık üretilmesidir.<br />
<br />
Şekil olarak çeşitli ebatlarda, radyal biçim başta olmak üzere çok çeşitli yapılarda kılıflandırılırlar. Normal baskı devreler için pin ayaklı üretidikleri gibi, SMT (yüzey montaj teknolojisi) ve doğrudan baskı devre üzerine montajlı (on board) biçimlerde üretimleri ticari olarak piyasaya sürülmektedir.<br />
<br />
LED lerin özellikleri ve sağladığı faydalar<br />
<br />
*Tek renk ışık kaynağı (dar bantlı): Işık istenilen dalga boyunda olduğu için renk filtresi, prizma gibi renk ayrıştırıcılara ihtiyaç yoktur. Örneğin kırmızı trafik lambasında 617 nm dalga boyunda kırmızı LED lerde üretilen ışığın tamamı kullanılır. Oysa akkor lambalarda üretilen ışığın mavi ve yeşil bileşenleri bastırılarak sadece kırmızı bileşeni kullanılır. 75 W akkor lamba yerine 8-10W LED dizini kulanılarak %80 enerji tasarrufu sağlanır.<br />
<br />
*Çok küçük ışık kaynağı (birkaç mm 2 ): Küçük ebatlı armatürler geliştirilir, ışık kolayca yönlendirilebilir.<br />
<br />
*Tasarımcılara geniş ve kolay kullanım imkanları.<br />
<br />
*Hızlıdır, 200 ns içinde ışık vermeye başlar.<br />
<br />
*Uzun Ömür : Kullanım kondisyonuna bağlı olarak 100.000 saate kadar.<br />
<br />
*Yüksek ışık verimliliği (verimlilik giderek artıyor, örneğin laboratuvar ortamında kırmızı renkte 108 lümen / Watt’a ulaşılmış durumda).<br />
<br />
*Düşük ısı üretimi : Akkor lambalarda flaman ısısı 2700 o C, halojen lambalarda 3100 o C, deşarjlı lambalarda tüp ısısı 800-1100 o C ye ulaşırken LED lerde yonga ısısı 110 o C yi geçmez.<br />
<br />
*Tanımlanmış ışık açıları.<br />
<br />
*Görülebilir renk tayfındaki hemen hemen bütün renkler elde edilebilir.<br />
<br />
*Dimerlenebilir (0 – 100 %).<br />
<br />
*Şok ve titreşimlere dayanıklı : Cam, flaman gibi kırılgan elemanlar ihtiva etmez.<br />
<br />
*Beyaz LED için farklı renk sıcaklıkları: 3200, 4700, 5400,6500 Kelvin.<br />
<br />
*Çevrecidir; yapısında civa gibi ağır metallar ve halojen gazları yoktur.<br />
<br />
LED lerin elektriksel özellikleri<br />
<br />
Öncelikle bilinmesi gereken özellik LED ler doğru akımla çalışırlar. Elektrik devrelerinde LED ler normal diyotlar gibi davranırlar. Farklı olan yanı normal diyotlarda 0,7 Volt civarında olan birleşme gerilimi yerine, renklerine göre 1,6 V ile 4 V aralığında değişmektedir. Genellikle kırmızı ve sarı LED ler 1,9 – 2,6 V, yeşil mavi ve beyaz LED ler 2,5 V – 4 V arasında gerilimle çalışırlar. Devreye bağlanırken polaritelerine dikkat etmek gereklidir. Ters gerilime tahammülleri azdır ve 5 – 10 V gibi ters gerilimle tahrip olabilirler. LED akımları yapılarına göre değişmekle birlikte 10 mA ile 700 mA aralığında LED üretimleri mevcuttur. LED empedansları üzerinden geçen akımın büyüklüğüne bağlı olarak doğrusal olmayan bir eğri ile değişkenlik gösterirler.<br />
<br />
LED ler genellikle seri bağlanıp bir dizin oluşturularak 10, 12, 24, 48V doğru akım veren elektronik güç kaynakları ile beslenirler. Tasarım yapılırken üreticisinden temin edilecek teknik bilgiler göz önüne alınarak optimum ışık ve elektriksel değerler ile çalıştırılmalıdır. Eğer elimizdeki LED hakkında hiçbir teknik bilgiye sahip değilsek 20 mA akımla sürülmesi önerilir. Bazı üretici firmalar LED dizinlerini değişik formlarda oluşturarak çeşitli LED MODÜLLERİ üretmektedir. Profesyonel uygulamalarda bu LED modüllerinin ve onlar için tasarlanmış güç kaynaklarının kullanılması tercih edilmelidir. LED leri sürmek için elektronik kontrollü güç kaynaklarının kullanılması, verimli çalışmaları için önemlidir. Son birkaç yıdır üreticiler tarafından 1 W ve 2 W güçlerdeki LED ler için 350 mA ve 700 mA akım kontrollü güç kaynakları kullanıma sunulmuştur.<br />
<br />
Birçok uygulamada LED in verdiği ışığın şiddetinin mümkün olduğu kadar yüksek olması istenir. LED lerden elde edilen ışık şiddeti, içinden geçen akımla orantılı olduğundan akım arttırıldıkça ışık şiddeti de artacaktır. Bu durumda LED in iç direncinden dolayı üretilen ısı artacak ve normal hizmet ömründen önce tahrip olacaktır. Ayrıca ısının artması ışık verimliliğini de olumsuz yönde etkileyecektir. Buradan çıkan sonuç, ısı LED in en büyük düşmanıdır. Bu bilgiler ışığında firmaların LED leri hakkında verdiği teknik bilgilerin ne kadar güvenilir olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Örnek 20 mA lik bir LED ten 25-30 mA akım akıtarak yüksek ışık değerleri elde edilebilir, ancak LED ömrü oldukça düşecektir.<br />
<br />
LED lerin ömürleri<br />
<br />
Teorik olarak yapılan hesaplamalar ve deneyler LED lerden 100.000 saat üzerinde bir süre istifade edebiliceğimizi ortaya çıkarmaktadır. Elektriksel, ısıl kondisyon (soğutma), çevresel etkiler, kullanılan çevre elemanları, kılıfın materyel yapısı vb. etkenler göz önüne alındığında 50.000 saat ve üzeri hizmet ömrü olduğu kabul edilebilir.<br />
<br />
LED lerin ışık verimliliği<br />
<br />
Lambaların verdiği ışığın, harcadığı elektrik enerjisine oranı ışık etkinliği h dır, birimi ise lumen/Watt dır.<br />
<br />
Biraz rakamlarla konuşmak istersek;<br />
<br />
Akkor lambalarda ışıksal verim 12 – 15 lm/W<br />
<br />
Halojen lambalarda 18 – 22 lm/W<br />
<br />
Kompakt fluoresan lambalarda 60 lm/W<br />
<br />
Fluoresan lambalarda 55 – 104 lm/W<br />
<br />
LED lerde durum biraz farklıdır, LED rengine göre ışık etkinliği farklılık gösterir. Örnek; kırmızı en yüksek verimliliğe sahiptir 45 lm/W, sarı 35 lm/W, yeşil 18 lm/W, mavi 8 lm/W civarındadır. Aydınlatmada beyaz ışık önemli olduğuna göre beyaz LED için verimlilik, üretici firmalara göre değişmekle birlikte 18 – 25 lm/W arasında değişmektedir.<br />
<br />
Bu verilerle şunu söyleyebiliriz ki bugün (mayıs 2005) LED ler akkor ve halojen lambalara ALTERNATİF olabilmekte ancak fluoresan ve kompakt fluoresan lambalarla verimlilik açısından rekabet edebilecek seviyede değildir. Diğer taraftan ışık verimliliğinde çok hızlı gelişmeler olmaktadır. 2008 - 2010 yıllarında beyaz LED te verimliliğin 50 – 70 lm/W değerlerine ulaşması beklenmektedir. LED üretici bir firmanın deklare ettiğine göre, laboratuvar ortamında kırmızı ışıkta 108 lm/W değeri yakalanmıştır.<br />
<br />
LED ışık değerleri konusunda dikkat edilmesi gereken bir konuda ışık açılarıdır. LED ler yönlendirilmiş ışık oldukları için ışık değerleri, cd (candela) veya mcd cinsinden verilmektedir. Işık açıları düşük tutularak yüksek candela değerleri telaffuz edilmektedir. LED seçiminde değerlendirme yapılırken bu konu dikkate alınmalıdır.<br />
<br />
Optik önemlidir<br />
<br />
Önemli noktalardan biri de ışığın açısının değiştirilmesi, yönlendirilmesi, bir ışık kılavuzu ile dağıtılması, kısaca LED ile ürettiğimiz ışığın kullanılmasıdır. Bu konuda en çok ihtiyacımız olacak mercek sistemleridir. Efektif ve faydalı ürünler tasarlamayı düşünüyorsanız, fizik kitaplarınızı, notlarınızı çıkarıp optik kunularını tekrar incelemelisiniz.<br />
<br />
Renklerin dünyası<br />
<br />
Yukarıda da anlattığımız gibi LED ler tek renk ışık kaynağıdır. Dekoratif aydınlatma yaparken tek rekli kullanabileceğimiz gibi, renkli LED ışıklarını karıştırarak bir ressam gibi değişik ara renkleri elde edebiliriz. Bunun için yapmamız gereken üç ana renkten (kırmızı, yeşil, mavi) oluşan LED dizinlerini dimerlemektir. Hatta bazı üretici firmalar üç ayrı renk yongayı aynı kılıf içerisine yerleştirerek RGB uygulamaları için hazır LED ler ve LED modülleri üretmektedir. LED leri dimerlemek için darbe genişlik modülasyonunu (PWM) kullanmak en iyi verimi sağlıyacaktır. Teorik olarak her rengi 255 kademe dimerlenirse 16 milyon renk elde edilebilir. Ancak insan gözü kişiden kişiye değişmekle birlikte 600 – 640 rengi ayrıt edip algılayabilmektedir.<br />
<br />
LED lerin renk dalgaboyu ile ilgili bilgiler üretici firmanın kataloglarında verilmektedir. LED dizinleri oluşturulurken kullanılan LED lerin dalga boyları aynı veya birbirine yakın olmalıdır. 5 – 10 nm lik farklar özellikle yeşil ve sarı renklerde göz tarafından algılanır. Renklerin önemli olduğu projelerde, renk dalgaboyu toleransı düşük LED ler kullanılmalıdır.<br />
<br />
Renk ile ilgili olarak bir başka konu da LED dizinleri önüne renkli lenslerin kullanılmasıdır. Burada LED dalga boyu ile renkli lensin dalga boyu aynı olmalıdır. Aksi halde farklılık ışık kaybına sebep olacaktır.<br />
<br />
LED lerin gelişimi (tarihçesi)<br />
<br />
1962 İlk ticari LED üretildi, ilk üretilen kırmızı LED ler sinyal ve göstergelerde kullanıldı.<br />
<br />
1972 Siemens Semiconductor Division tarafından (Bugün Osram Optosemiconductor olarak faliyetini sürdürüyor) ilk radyal kılıf LED üretildi.<br />
<br />
80 lerin sonu 90 ların başı İki büyük aşama kaydedildi;<br />
<br />
•Kırmızı LED e ilave olarak sarı, yeşil, mavi ve beyaz LED ler geliştirildi.<br />
<br />
•Işık verimlilikleri arttırıldı.<br />
<br />
1994 Önce kırmızı ve sarı ardından yeşil renkler trafik ışıklarında kullanılmaya başlandı. VW başta olmak üzere otomobil endüstrisinde kullanılmaya başlandı.Araçlarda 3. fren lambası olarak kullanılmaya başlandı.<br />
<br />
Yeni milenyum ile birlikte Titreşimlerden etkilenmeme özelliğinden dolayı araç tasarımcıları gösterge aydınlatması, stop lambası, fren lambaları, sinyal lambaları olarak LED dizinlerini kullandılar. Birkaç firma far lambası prototipleri geliştirdi.<br />
<br />
Bugün LED ler aşağıdaki uygulamalarda sıkça kullanılmakta.<br />
<br />
•Bir otomobilde 300 den fazla LED kullanılmakta (konsol, radyo, CD çalar, navigasyon sistemi, göstergeler ve butonlar içinde).<br />
<br />
•Cep telefonları gösterge ve tuş aydınlatması için 12 adet LED kullanılmakta (fotoğraf çeken modellerde flaş olarak).<br />
<br />
•100.000 LED ten fazlası büyük ölçekli göstergelerde kullanılmakta. Örneğin futbol sahaları, dış mekan görüntü cihazları, büyük trafik bilgilendirme göstergeleri.<br />
<br />
•Dekoratif aydınlatmalarda ışık kaynağı olarak.<br />
<br />
•Reklam panolarında neon lambalara altenatif olarak.<br />
<br />
Yarın aydınlatma dahil o kadar çok geniş alanda kullanlacak ki, bunları sayarak kullanım alanlarını sınırlamayalım. Sonuç olarak LED ışık tasarımcısının vazgeçemeyeceği bir konudur. Büyüleyen ışığı, verimliliği, faydaları ile ışıkla uğraşan herkesin ilgi odağıdır. Işığın geleceği LED ile kesişmiştir. Bize düşen konuya uzak kalmayıp gelişmeleri takip etmektir..</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-44905450671057599972019-05-18T10:16:00.001+03:002019-05-18T10:16:57.948+03:00Yunan öyle mi?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-SCHoPwfc8sY/XNRHg0-hPAI/AAAAAAAAfPk/ooQZCFC8auQIHoxgbrwf-fNTx7Ezff2DgCPcBGAYYCw/s1600/Y%25C4%25B1lmaz%2B%25C3%2596zdil.PNG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="316" data-original-width="337" height="300" src="https://3.bp.blogspot.com/-SCHoPwfc8sY/XNRHg0-hPAI/AAAAAAAAfPk/ooQZCFC8auQIHoxgbrwf-fNTx7Ezff2DgCPcBGAYYCw/s320/Y%25C4%25B1lmaz%2B%25C3%2596zdil.PNG" width="320" /></a></div>
“19 Mayıs'ın 100'üncü yıldönümü” vesilesiyle, Mustafa Kemal'in hayatından kesitler aktarmaya devam ediyoruz.<br />
<br />
?<br />
<br />
Bugünkü öykülerimiz, İstanbul büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'na ve Trabzon halkına “Yunan” benzetmesi yapan, “Rum kökenli” imasında bulunan Esenler belediye başkanı için geliyor.<br />
<br />
?<br />
<br />
Dolmabahçe Sarayı'nın bahçıvanı Pandeli Roketos'tu.<br />
“Rum bu, işten atalım” diyen olmadı.<br />
Aksine… Liyakat aşığı Mustafa Kemal tarafından, çok önem verdiği Yalova Çiftliği'nin başına getirildi.<br />
Dünyanın çeşitli ülkelerinden sekoya, pavlonya, Arizona selvisi, mavi atlas sediri, kırkkese, Japon akçaağacı fidanları satın aldırdı, hangi ağacın nereye dikileceğini bizzat çizdi, Pandeli'ye diktirdi, böylece Yalova'da Türkiye'nin ilk canlı ağaç müzesi, arboretum kuruldu.<br />
Pandeli ölene kadar Mustafa Kemal'in yanındaydı.<br />
<br />
?<br />
<br />
1929 yılında, başkentimizde, Ankara'da çiçekçi dükkanı yoktu.<br />
İstanbul'da Sabuncakis vardı, Girit kökenli bir aileydi, sahibi Yorgaki'ydi.<br />
“Reisicumhur çağırıyor” dediler, Çankaya'ya götürdüler.<br />
Mustafa Kemal “çiçek siparişi” değil, “dükkan siparişi” verdi.<br />
“Ankara'da dükkan açacaksın, vali beyle birlikte Ulus Meydanı'na git, dükkanın yerini kendin seç, nereyi beğeniyorsan oraya aç” dedi.<br />
Sabuncakis için dükkan açmak zor değildi.<br />
Ama çiçeği kime satacaktı?<br />
O tarihte Ankara'da manav bile yoktu.<br />
Bu endişesini açıkça dile getirdi.<br />
Mustafa Kemal gülümsedi… “Kime olacak, tabii ki bana satacaksın, kimse almazsa hepsini ben alırım” dedi.<br />
Başkentin ilk çiçekçi dükkanı, Rum kökenli vatandaşımız Sabuncakis tarafından Ankara Palas Oteli'nin tam karşısına açıldı.<br />
Sabuncakis ayrıca, Gençlik Parkı'nın ve Çubuk Barajı'nın çevre düzenlemesini yaptı, 19 Mayıs Stadı'nın çimlerini yaptı.<br />
<br />
?<br />
<br />
Mustafa Kemal, Harbiye öğrencisiyken, arkadaşlarıyla sık sık Çemberlitaş'a giderlerdi, Tavuk Pazarı'nda Yorgo'nun meyhanesine uğrarlardı. Devamlı müşteri oldukları için açık hesapları vardı. Ay başında maaşı alınca kapatırlardı.<br />
Aradan yıllar yıllar geçti, cumhurbaşkanı oldu, 1932 yılında güzel bir yaz akşamı… Dolmabahçe rıhtımında Nuri Conker ve Salih Bozok'la oturuyorlardı, gençlik yılları aklına düştü. “Var mısınız Yorgo'ya gidelim” dedi. Kalktılar, hiç haber vermeden, baskın yaparcasına gittiler. “Yorgo biz geldik” diye içeri daldılar, oturdular.<br />
Beyaz önlüklü ihtiyar Yorgo'nun gözleri doldu. Tıpkı eski günlerdeki gibi masayı donattı. Mezeleri her zamanki gibi muhteşemdi.<br />
Mustafa Kemal öbür masalardaki müşterilere döndü, “benim kim olduğumu unutun, rahatsız olmayın, aranızda sizlerden biri olarak bulunmak istiyorum, keyfinize bakın” dedi.<br />
İki saat kadar yenildi içildi.<br />
Afiyetle kahveler yudumlandı.<br />
Hesap mesap istemeden kalktılar, kapıya yürüdüler…<br />
Mustafa Kemal tıpkı öğrencilik yıllarında olduğu gibi seslendi:<br />
“Yaz hesaba Yorgo, ay başında öderim!”<br />
Yorgo da tıpkı o yıllarda olduğu gibi sıcacık karşılık verdi:<br />
“Güle güle Mustafa Kemal, gene buyur.”<br />
<br />
?<br />
<br />
(Elbette, ertesi gün hesabı fazla fazla gönderdi.)<br />
<br />
?<br />
<br />
İlla konforlu mekan aramazdı.<br />
Bazı geceler Kireçburnu'ndaki Rum balıkçı lokantalarına giderdi, omuz omuza vererek neşe içinde Kasabiko oynardı.<br />
<br />
?<br />
<br />
19 Mayıs 1919'dan önce, milli mücadele için Anadolu'ya geçmeden önce, gömleklerini Beyoğlu'nda Strongilos Biraderler'e diktirirdi.<br />
İstanbul'un en iyisiydi.<br />
Saraya da gömlek dikerlerdi.<br />
Bu prestijli terzi dükkanında, Yani Delagramatika adında bir kalfa çalışıyordu, vücut ölçülerini hep o alırdı.<br />
Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra alışkanlıklarını değiştirmeyen Mustafa Kemal, gömleklerini yine Strongilos Biraderler'e diktirmek istedi.<br />
İstedi ama, Yunanistan'la savaşıyorduk…<br />
Rumların Anadolu'ya gitmesi yasaklanmıştı.<br />
Yunanistan'la gırtlak gırtlağa girilmişken… Strongilos Biraderler, Mustafa Kemal'in hatırını kırmak istemedi, kalfa Yani'yi Ankara'ya gönderdi iyi mi!<br />
Macera dolu kaçak yollarla Anadolu'ya geçti, ölçüleri aldı, aynı kaçak yollarla İstanbul'a döndü.<br />
Dikildi, paketlendi, yeniden Ankara'ya götürüp elleriyle teslim etti.<br />
<br />
?<br />
<br />
(Bu muhteşem insani ilişkinin sinema filmi yapılmaması, belgesel yapılmaması, romanlarının yazılmaması, adeta yok sayılması hakikaten üzücüdür.)<br />
<br />
?<br />
<br />
Rum kalfa Yani Delagramatika, doğup büyüdüğü şehri terketmedi.<br />
Cumhuriyet'ten sonra da İstanbul'da yaşamaya devam etti.<br />
Kendi dükkanını açtı.<br />
Ve, Mustafa Kemal'den esinlenerek adını değiştirdi.<br />
Ahlaki güzellik manasında “Kemalat” adını aldı.<br />
<br />
?<br />
<br />
(Strongilos biraderler, Konstantinos ve Theoklis'ti. Baba mesleğiydi, 1880'den beri Beyoğlu'nda dükkanları vardı. 1925'te Yunanistan'a göç ettiler, Atina'da aynı isimle dükkan açtılar. Kendileri yaşlanınca, kuzenlerine devrederek, isimlerini devam ettirdiler. Yunan kraliyet ailesine, aralarında Papandreu'nun Karamanlis'in de bulunduğu siyasetçilere gömlek diktiler. 2013 yılında, Yunanistan'da yaşanan ekonomik krizin kurbanı oldular, 133 yıllık markayı kapattılar.)<br />
<br />
?<br />
<br />
Mustafa Kemal, ayakkabılarını, çizmelerini ve terliklerini, neredeyse bütün ömrü boyunca Sirkeci'deki Altın Çizme'de yaptırdı.<br />
Altın Çizme'nin sahibi Onufri Karkilidis'ti.<br />
Askerliğini Şam'da, Mustafa Kemal'in emrinde yapmıştı.<br />
Aynı zamanda poker arkadaşıydı.<br />
Kare eksik olduğunda Onufri'yi çağırtırdı.<br />
<br />
?<br />
<br />
19 Mayıs 1919 ruhunda, Rum, Ermeni, Musevi ayrımı yoktu, hiç olmadı.<br />
“Ne mutlu Türküm diyene” şemsiyesi altına giren herkes, bu milletin özbeöz evladı sayıldı.<br />
<br />
?<br />
<br />
E şimdi, 19 Mayıs 1919'un 100'üncü yıldönümünde bakıyoruz…<br />
Alt tarafı bir oy uğruna gözü dönenler, Ekrem İmamoğlu'na “Yunan” benzetmesi yapıyorlar, “Rum kökenli” imasında bulunuyorlar.<br />
<br />
?<br />
<br />
Güya hakaret ediyorlar ama…<br />
Keşke Pandeli kadar, Yani kadar, Yorgoki kadar Türk olsanız birader!</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-37822678993664129522019-05-09T18:30:00.006+03:002019-05-09T18:32:55.729+03:00Milli ve yerli öyle mi ?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-SCHoPwfc8sY/XNRHg0-hPAI/AAAAAAAAfPg/D1D1r056BUgzjqnQhQxjh0x_u1UpYpIxACLcBGAs/s1600/Y%25C4%25B1lmaz%2B%25C3%2596zdil.PNG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="316" data-original-width="337" height="300" src="https://3.bp.blogspot.com/-SCHoPwfc8sY/XNRHg0-hPAI/AAAAAAAAfPg/D1D1r056BUgzjqnQhQxjh0x_u1UpYpIxACLcBGAs/s320/Y%25C4%25B1lmaz%2B%25C3%2596zdil.PNG" width="320" /></a></div>
<b><span style="color: #990000; font-size: large;">Milli ve yerli öyle mi?</span></b><br />
9 Mayıs 2019<br />
<br />
100 yıl önce…<br />
Böyle bir mayıs ayı.<br />
<br />
Bugünkü adı Alsancak olan Punta'da bayram vardı.<br />
İşgal zırhlıları körfeze demirlemiş, Yunan ordusu Pasaport İskelesi'nden karaya çıkmış, vatan toprağımıza ayak basmıştı.<br />
İzmir metropoliti Hrisostomos etekleri uçuşa uçuşa koştu, diz çöktü, işgal komutanının çizmesini öptü, Yunan bayrağını öptü, haçını havaya kaldırdı, askerleri takdis ederek, o meşhur vaazını verdi.<br />
“Evlatlarım… Bugün İsa'nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz, bu uğurda ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız, ben de bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım, azizler arkanızda” dedi.<br />
Kanımızı içecek kadar bizden nefret eden Hrisostomos'un asıl adı Kalafatis'ti, Atina'da din eğitimi almış, kademe kademe yükselerek İzmir metropoliti olmuştu, Konstantinopolis'in başpiskoposu Hrisostomos'un adını kendisine lakap olarak almıştı, aklınca onu yaşatıyordu, “megali idea” fanatiğiydi, hayatının en mutlu günüydü.<br />
İşte tam o anda, aniden… İnce, uzun boylu, siyah takım elbiseli bir delikanlı fırladı ortaya… Elinde revolver tabir edilen toplu tabanca vardı. “Olamaz, böyle güle oynaya giremezler” diye bağırdı. Bastı tetiğe, peş peşe… Efsun alayının sancaktarı atının sırtından karpuz gibi düştü. Adeta zaman durmuştu, önce sessizlik, sonra panik yaşandı. Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler çevresini, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse orasına…<br />
Şehit oldu Hasan Tahsin, henüz 30'unda.<br />
<br />
O günün akşamı, İstanbul'da… Hava kararmıştı, neredeyse yatma vaktiydi. Mustafa Kemal evine geldi. Kapıyı açan kızkardeşi Makbule'ye sıkıntılı bir yüz ifadesiyle baktı, şefkatle yanağını okşadı, “annemin karyolasının önüne yer sofrası yap, sizinle biraz dertleşmek istiyorum” dedi.<br />
Zübeyde Hanım'ın odasında, karyolasının önüne yer sofrası hazırladılar, patates pureli rosto ve yumurtalı ıspanak yapmışlardı.<br />
Sarışın kurt biraz sonra geldi, üniforması üzerindeydi, üstünü başını değiştirmemişti. Her zaman yaptığı gibi annesinin elini öptü, bağdaş kurarak oturdu. Pat diye… “Gidiyorum” dedi!<br />
Odaya adeta bomba düşmüştü. “Buraların da Selanik gibi olma ihtimali var, giderken gözüm arkamda kalmasın, memleket için uğraşırken sizden yana üzüntüye düçar olmak istemem” dedi.<br />
Zübeyde Hanım küt diye sırtüstü yığıldı. Bayılmıştı.<br />
Doktor Rasim Ferid'i çağırdılar, anca kendine gelebildi.<br />
Heyecan, gerginlik, üzüntü, keder… Zübeyde Hanım'ın yorgun ruhu, bitmek tükenmek bilmeyen evlat ayrılığını taşıyamamıştı, sabaha kadar uyumadı, Kuran okudu.<br />
Günün ilk ışıklarıyla vedalaşmak üzere kapıya geldiler, Mustafa Kemal'in elinde Kuran'ı Kerim vardı, Trablusgarp'ta vuruşurken Libyalı mücahit şeyh Ahmet Sünusi tarafından kendisine hediye edilmişti. Sekiz yıldır nereye gitse, oraya götürüyordu, Sofya'da Çanakkale'de Şam'da Halep'te Filistin'de hep yanındaydı. Annesine bıraktı.<br />
Makbule ağlıyordu. Zübeyde Hanım otoriter ses tonuyla kızını haşladı, “sen asker kardeşisin, ayıp, ağlanır mı hiç” dedi, sanki dün gece üzüntüden bayılan kendisi değilmiş gibi, dimdik durmaya çalışıyordu, “memleket için giden insan ölse bile ağlanmaz, koş misafirlere şerbet ez” diye haykırdı.<br />
Hepi topu birkaç altın bileziği vardı, Selanik'ten elinde avucunda kala kala bunlar kalmıştı, oğluna verdi, “lazım olur” dedi. Zübeyde ana'nın çeyiz bileziği, işte bu şekilde milli mücadele hamuruna karıldı.<br />
Son bir kez sarıldılar.<br />
Mustafa Kemal, kendisini Bandırma Vapuru'na götürecek motora binmek üzere Galata rıhtımına doğru yola çıktı.<br />
<br />
Macera böyle başladı.<br />
<br />
Ateşten gömleği giymişti ulus.<br />
Akıp gitti, aylar yıllar, canlar.<br />
Takvimler 30 Ağustos 1922'yi gösterirken, yer gök yarılıyordu.<br />
Yüzbaşı Kanellopulos, hatıra defterine çaresizce şunları yazıyordu: “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”<br />
<br />
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu.<br />
<br />
Kudurmuştu Ali Kemal…<br />
Saray'ın büyük gazetecisi!<br />
Köşesinden kin kusuyordu.<br />
“Mustafa Kemalcileri hastalıklı uzuv gibi kesip atmalı” diyordu.<br />
“Mustafa Kemal medeniyet dünyasını aleyhimize çevirmek için Anadolu'da havsalaya sığmaz delilikler yapıyor, cinayetler işliyor” diyordu.<br />
“Bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir” diyordu.<br />
<br />
İzmirli süvari teğmen Yıldırım, o “mahluk”lardan biriydi.<br />
18 yaşındaydı.<br />
Vurulmuştu.<br />
40 derece ateşli olmasına rağmen, hastaneden kaçmış, yeniden cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu'nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.<br />
<br />
Teğmen Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri, savunmasız Kuzuluk Köyü'ne girdi. Gözleri Fatma'ya takıldı. 15'indeydi. “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti, alev alev… Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.<br />
<br />
Teğmen Şevket o sırada Uşak'tan geçiyordu. Sakarya'da şehit düşen Yüzbaşı Basri'nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket'in, boğazı düğümlendi. “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.<br />
<br />
“Bedelli askerlik” yoktu o zamanlar. Zenginse canı sağolsun, garibansa vatan sağolsun denmiyordu. Albay “deli” Halit, belinin sağ tarafında “namuslu” dediği tabancasını, belinin sol tarafında “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim” diyordu, “istersen buyur kaçmaya çalış!”<br />
<br />
Deliren biri daha vardı. İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanı general Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Elindeki haritayı yırttı, fırlattı attı, “bu hızla yarın İzmir'e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, Fahrettin Altay'ın süvarileri tarafından darmadağın edilmişti. Hayalet gibi, bi ordan bi burdan çıkıyorlar, birliklerin arasına dalıyorlar, hızar gibi biçiyorlar, blok halinde hareket etmesi gereken orduyu, lokma lokma bölüyorlardı.<br />
<br />
Kaçıyordu Yunan.<br />
Ecel peşlerinde.<br />
<br />
Ve, 9 Eylül… Çiçekler açıyordu İzmir'in dağlarında. Bornova'dan boşaldılar aşağıya, dörtnala… Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek bedel vardı daha… İkinci tümen dördüncü alaydan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, son şehitlerimiz… Bugün anıtları var orada. “Vatan ve Namus” yazıyor altında.<br />
<br />
Yüzbaşı Şerafettin, teğmen Ali Rıza, teğmen Hamdi, bismillah ilk iş, koştular Hasan Tahsin'in düştüğü yere, hükümet konağının alnı kabağına diktiler al sancağımızı.<br />
<br />
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve'deydi Mustafa Kemal, İzmir'i seyrediyordu.<br />
<br />
Nif'te kendisi için hazırlanan bağevine gitti.<br />
Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağeviydi.<br />
Yorgundu.<br />
Yemek getirdiler, yemedi.<br />
Cıgara çıkardı.<br />
Kahve istedi.<br />
“Biliyor musun İsmet” dedi…<br />
“Bir rüya görmüş gibiyim.”<br />
<br />
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya… Çiçekler açıyordu İzmir'in dağlarında.<br />
<br />
Karşıyaka'ya Alsancak'a Kadifekale'ye dalan süvarilerimiz, gözlerine inanamıyordu bu arada… Bütün şehir ay-yıldızlı bayraklarla donatılmıştı. Adeta “gelincik tarlası”na dönmüştü.<br />
Ne var bunda şaşılacak derseniz… İşgal edilir edilmez, evler didik didik aranmış, bütün bayraklara süngü zoruyla el konulmuş, ibreti alem için sokaklarda yakılmıştı.<br />
E peki şimdi bu kadar bayrak nerden çıkmıştı?<br />
<br />
Vaziyet kısa süre sonra anlaşıldı.<br />
Üç yıldır yokluk içinde yaşayan İzmirli kadınlar, bütün eşyalarını yok pahasına satmış, beyaz patiskalarını, kırmızı masa örtülerini saklamış, asla satmamış, yarıdan keserek, komşularıyla değiş tokuş etmiş, sabırla o geceyi beklemişti.<br />
O gece, 8 Eylül 1922'ydi.<br />
Çıkardılar sandıklarından, kırmızı'nın üstüne beyaz ay-yıldız'ı diktiler… Denizi kız, kızı deniz kokan İzmir'in kadınlarının, halkın bayrağıydı onlar.<br />
<br />
Ve, 100 yıl sonra, gene mayıs ayı…<br />
Üstelik 19 Mayıs 1919'un 100'üncü yıldönümü.<br />
<br />
İstanbul seçiminin iptali arasında gargaraya geldi.<br />
Kafasında fesle dolaşan Kadir Mısıroğlu öldü.<br />
<br />
Tabutuna Türk Bayrağı sardılar.<br />
<br />
Ölenin arkasından konuşmak bizim töremizde yok.<br />
Bana cevap veremeyecek kişi hakkında asla yazmam.<br />
<br />
Cevap verebilecek durumda olanlar için yazıyorum…<br />
Hatta, bu millete mutlaka cevap vermesi gerekenler için yazıyorum.<br />
<br />
“Keşke Yunan galip gelseydi” diyen…<br />
“10 Kasım'da saat 9'u 5 geçe kenefe gidin” diyen…<br />
“Mustafa Kemal'in verdiği zararı Yunan yapmazdı” diyen…<br />
“Heykellerinin köpek leşi gibi sürüklendiğini göreceksiniz” diyen…<br />
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'a “serserinin teki” diyen…<br />
“One minute sözü, İstiklal Harbi'nden daha önemlidir” diyen…<br />
“Vasiyetimdir, Mustafa Kemal'e zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin” diyen…<br />
Kadir Mısıroğlu'nun tabutuna Türk Bayrağı sarılmasına, hangi yasayla, hangi tüzükle, hangi ahlakla, hangi vicdanla, hangi “milli” ve “yerli” duyguyla, kim izin verdi?<br />
<div style="text-align: right;">
<b><span style="color: #cc0000;">Yılmaz ÖZDİL</span></b></div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-90632261353735871842019-01-29T18:13:00.003+03:002019-01-29T18:13:49.090+03:00ARABA VAPURUNDA MÜZİK YASAK<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-4avE9v4-GV0/XFBthaQN-vI/AAAAAAAAenY/6W87kt2RBkQPUO3Zt9Y6wfP74mu9I2QVACLcBGAs/s1600/VAPURDA%2BM%25C3%259CZ%25C4%25B0K%2B%25C3%2587ALMAK%2BYASAK.jpg" imageanchor="1" style="font-size: x-small; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="640" data-original-width="960" height="426" src="https://4.bp.blogspot.com/-4avE9v4-GV0/XFBthaQN-vI/AAAAAAAAenY/6W87kt2RBkQPUO3Zt9Y6wfP74mu9I2QVACLcBGAs/s640/VAPURDA%2BM%25C3%259CZ%25C4%25B0K%2B%25C3%2587ALMAK%2BYASAK.jpg" width="640" /></a></div>
Geçen Çarşamba günü Kadıköy-Beşiktaş seferini yapan 15:15 vapuruna bindim. Alt arka salon yolcuları arasındaydım. Vapur kalktıktan kısa bir süre sonra, üç gencin oturduğu köşeden caz notaları yükseldi.<br />
<br />
Delikanlının biri gitar, öteki saksofon, genç kız ise mızıka çalıyordu. Ankara’nın Bağları türküsünü, başarılı bir caz yorumuyla çalıp söylemeye başladılar. Keyifle dinliyorduk.<br />
Ansızın ızbandut gibi bir çımacı girdi içeri. Hiddetli adımlarla gençlerin yanına gidip, bir şeyler söyledi. Gençler müziği kesti, ama kütük yasakçılara da şerbetli görünüyorlardı. Gitar çalanın, “Para toplamıyoruz ki, müzik ve şarkı da mı yasak?” diye sorduğunu duydum.<br />
<br />
Ansızın bir erkek yolcu fırladı kalktı yerinden. “Bu da mı yasak?” diye sordu, çam yarması vapur görevlisine. “Bu da mı?..” Bir başka yolcu, oturduğu yerden, “Biz şikâyetçi değiliz, canımız isterse para da veririz, sana ne?” diye bağırdı, kendisinden iki kat iri çımacıya.<br />
<br />
***<br />
<br />
Derken, inanılmaz bir şey oldu, itiraz eden ilk yolcu, türküyü kaldığı yerden alıp, avazı çıktığı kadar bağıra bağıra söylemeye başladı:<br />
<br />
“Ankara’nın bağları da<br />
Büklüm büklüm yolları<br />
Ne zaman sarhoş oldun da<br />
Kaldıramıyon kolları!...”<br />
<br />
O ana kadar sessiz kalan kadınlar, erkekler, türküyü alkışlar eşliğinde, hep bir ağızdan söylemeye başlamasın mı?<br />
<br />
Yer yerinden oynuyordu.<br />
<br />
İçeri girerken afrından tafrından geçilmeyen çımacı, epeyce şaşkın ve ürkmüş, çıkıp gitti. Yolcuların, “Çalın çocuklar, çalın!” diye teşvik ettikleri genç müzisyenler, "Ankara ’nın Bağları" ’nı bitirip, Commandante Che Guevara ağıtına geçtiler.<br />
<br />
Salona, dokunanı çarpacak bir öfke egemendi.<br />
<br />
Kimi sözlerini bilmediği şarkıya “nını, nını” diye eşlik edip el çırparken, kimileri de yüksek sesle verip veriştiriyordu: “Mevlüt okusalar yasak değil tabii!”, “Suriyeli dilencilerin para toplamasına ses çıkarmazlar ama!..” nidalarıyla.<br />
<br />
***<br />
<br />
Bazıları gençlerin yanına gidip, “Siz istemiyorsunuz, ben veriyorum!” diye ceplerine para tıkıştırdı. Beşiktaş’a yaklaşmıştık. Enstrümanlar kılıflandı. Müzisyenlerden gitarist olanı, “Desteğinize teşekkür ederiz”dedi. “Ama şimdi zabıtayı çağırmıştır bunlar, bizi iskeleden alacaklar. Birlikte çıkalım, belki bir şansımız olur...”<br />
<br />
Vapur iskeleye yanaşıyordu. Gerçekten de dört zabıta bekliyordu çıkışta, lumbozlardan görüyorduk. Yolcular ayağa kalkıp gençleri ortalarına alarak çıkışa doğru yürüdü.<br />
<br />
Küçük kızının elini tutan bir baba, müzisyenlere “Sizin eli boş çıkmanız daha doğru olur” dedi. “Verin bakayım şu gitarı bana!”<br />
Tüm gerçek cesurlar gibi, ufak tefek, kendi halinde bir adamdı. Aldı gitarı, bir elinde kızı, bir elinde agitar, ilerledi kapıya. Bir başka yolcu, saksafonu alıp astı omzuna. Genç kıza, mızıkayı cebine sokup, önden gitmesi söylendi. Eh, artık benim de bir şey yapmam gerekiyordu. Müzik üçlüsünün lideri olduğu anlaşılan gitariste yaklaşıp koluna girdim, “Sen benim oğlumsun, ben de senin annen, yürüyelim!” dedim.<br />
<br />
***<br />
<br />
Müzisyenler, yolcuların nasıl gergin ve her birinin yaptığı her hareketin bir karar olduğunun, pek farkında değildi. Gençliğe özgü aldırmazlıkla durumu çok eğlenceli buluyor, kıkır kıkır gülüyorlardı. Oysa onlara sahip çıkanlar, kavgayı göze almışlığın sessiz ciddiyeti içindeydiler.<br />
<br />
Korumaya aldığımız gençlerin göremediği o vahim kararlılığı, onları bekleyen dört zabıta sezdi. Donup kaldılar. Gözlerinin içine baka baka, önlerinden geçip gittik, hep birlikte. Yola çıktığımızda, müzik aletlerini teslim alan gençler “Sağol abla, sağol abi!” cıvıltıları arasında uzaklaşırken, biz erişkinler aynı gergin sessizlik ve ciddiyet içinde dağıldık.<br />
<br />
***<br />
<br />
Hava kurşun gibi ağır, sevgili okurlarım. Bu ülkede, azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. Türkiye fokur fokur kaynayan bir kazan. Kapak henüz atmadı, çünkü itici gücüne henüz ulaşmadı. Bu çoğunluğa yön vermesi gereken muhalefet partileri, ne kaynayan öfkenin farkında, ne kendilerinden kesilen umutların...<br />
<br />
Sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. Ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet partilerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basacak bir öfke selinin boğuk uğultusu büyüyor.<br />
<br />
- <span style="font-size: xx-small;">Mine Gökçe Kırıkkanat, <br /> Cumhuriyet Gazetesi.</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: xx-small;"><br /></span></div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-26440428891015897642019-01-29T17:27:00.001+03:002019-02-02T20:15:52.831+03:00YABANCI ÜLKELERDE ATATÜRK<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-oamGaC8wa0E/XFBiyz7b5aI/AAAAAAAAenM/gert7--gqhAPQ7EpQVQahRMvdPpR0ZbrgCLcBGAs/s1600/_facebook_1512159888526.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1279" data-original-width="898" height="640" src="https://2.bp.blogspot.com/-oamGaC8wa0E/XFBiyz7b5aI/AAAAAAAAenM/gert7--gqhAPQ7EpQVQahRMvdPpR0ZbrgCLcBGAs/s640/_facebook_1512159888526.jpg" width="448" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
Yıl 1971...<br />
<br />
Fırat adlı gemiyle, Amerika’nın Phıladelphia limanına 10 bin ton tütün götürmüştük.<br />
Şehri dolaşmış gemiye dönüyorduk.<br />
Yanımıza bir araba yaklaştı ve nereye gittiğimizi sordu.<br />
Limana deyince bizi götürebileceğini söyledi. 3 arkadaş bindik ve geminin bordasına kadar getirdi.<br />
Bu kibar Amerikalıyı ‘Türk kahvesi’ ikram etmek için gemiye davet ettim.<br />
Zabitan salonuna geçtik. Kaptanımız da oradaydı.<br />
Misafirimiz salonu inceledıkten sonra; “Bu geminin Türk gemisi olduğunu söylediniz. Ancak, salonda Atatürk resmi yok” dedi ve hemen ilave etti; “Önce Atatürk’ün resmini koymalıydınız” deyip kahveyi içmeden gemiden ayrıldı.<br />
Hepimiz şaşırıp kalmıştık.<br />
Karşılaştığımız olaya bir anlam veremiyorduk.<br />
Bu olayı çok düşündüm.<br />
Sanırım bu kibar Amerikalı, varlık nedenimiz olan Atatürk’e kayıtsız kaldığımızı düşünmüş ve tavrımızı vefasızlık olarak değerlendirerek bizi protesto etmişti.<br />
Karşılaştığımız bu sıradışı olaya başka açıklama bulamamıştım…<br />
<br />
Yıl 1985 ...<br />
<br />
İzmir’e yük getiren Yunan bandralı gemide baş mühendis mide kanaması geçirdiği için hastahaneye kaldırılmış.<br />
İşe davet ettikleri için görev aldım. Gemide tek Türk, baş mühendis olarak benim.<br />
Bir sohbet esnasında, gemi kaptanı (adı Kosta’ydı) gümrükte fotoğraf makinesinin mühürlü kamaraya kilitlendiğini ve bu duruma çok üzüldüğünü söyledi.<br />
Makine yanında olsaydı ne yapacaktın diye sordum.<br />
Oğlu istediği için, Kordon’daki Atatürk Anıtı’nın resmini çekeceğini söyledi. Şaşırmıştım.<br />
“Atatürk size tarihinizin en büyük darbesini vuran komutandı, neden onun resmini çekmeyi düşünüyorsunuz” dedim.<br />
Şu cevabı verdi;<br />
“Biz, emperyalizmin emrinde haksız ve işgalci olarak Anadolu’ya geldik. Uçurumdan aşağı yuvarlanırken Atatürk sizi uçurumun kenarından alıp, özgür uluslar arasına modern bir ulus olarak kattı.Bunu yaparken, insanlık tarihine ezilen ulusların kurtuluşuna örnek olan, yeni bir deneyim kazandırdı. Onlara, özgürlükleri için mücadele ederlerse kazanacaklarını öğretti. Atatürk, bu nedenle bizim için de değerlidir”.<br />
Bu cevap nedeniyle, etkisini hayatım boyunca taşıdığım bir duygu yoğunlaşması yaşamıştım…<br />
<br />
Yıl 1988 ...<br />
<br />
Ekvador’un Guayaquil şehri.<br />
Gemideki işim bitince, çevreyi tanımak için dolaşmaya çıktım.<br />
Bir okula rastladım. okulun girişindeki alanda 5 tane büst gördüm.<br />
Birinci büst Simon Bolivar’a aitti.<br />
İkincisi Che Guavera,<br />
üçüncüsü Fidel Castro,<br />
Dördüncüsü Emiliyano Zapata<br />
ve Beşinci büst Mustafa Kemal Atatürk’e aitti.<br />
Büstleri inceleyip İspanyolca açıklamaları anlamaya çalışırken, öğretmen olduğunu düzgün İngilizcesi ile söyleyen bir kişi geldi.<br />
Nereli olduğumu sordu.<br />
Türk olduğumu söyleyince, içtenlikli bir ilgi gösterdi.<br />
Atatürk hakkında konuşmaya başladık. Türk devrimi konusundaki bilgisi yüksekti.<br />
Atatürk’ü, saygı duyduğu diğer 4 devrimciden ayrı tuttuğunu söyledi. “O yalnızca ülkesini kurtarıp modern bir ulus yaratmakla kalmadı, ezilen uluslara evrensel bir örnek yarattı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider bunu başaramamıştır” dedi.<br />
O an duyduğum övünç ve mutluluğu unutmam mümkün değildir.<br />
<br />
YIL 1999 ...<br />
<br />
Hindistan’ın Visakapatman limanındayız.<br />
Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkanına girdim.<br />
Çocuklar için kısaltılmış İngilizce dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli bir kitap bulunuyordu.<br />
Listede olmasına rağmen raflarda yoktu.<br />
Görevliyi buldum ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim.<br />
Görevli, okulların yeni açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını ve bir hafta sonra uğramamı söyledi.<br />
Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım.<br />
Bir yandan bütün kitabevi benim olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum. Dünyanın öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk kendi ülkesinde üstü örtülmüş,<br />
Yetkili yerlere gelen kişiler Onu bu ülke gençliğine öğretmemek için her şeyi yapmışlardı.<br />
<br />
Üzüntümün nedeni buydu…<br />
<br />
Yıl 2003 ...<br />
<br />
Kamerun’un Douala Limanındayız.<br />
Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti.<br />
Kaptan Hırvattı.<br />
Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk resmini görünce duraladı.<br />
Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü.<br />
Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; “Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi”…<br />
<br />
Yıl 2017 ...<br />
<br />
Bangladeşin Chittgong limanındayız.<br />
Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum.<br />
Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık.<br />
Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık.<br />
Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim.<br />
Hiç beklemediğim bir cevap verdi;<br />
“Atatürk’ün çocuğusun yani” dedi. Heyecanlanmıştım.<br />
Sohbeti sürdürdüm.<br />
Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi;<br />
“En büyük Müslüman Atatürk’tür.<br />
Biz Bangaldeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgürlüğümüze kavuştuk.<br />
Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz.<br />
O sadece Türklerin değil tüm Doğu halkları için de büyük bir liderdir ….<br />
<br />
Mehmet Ali Ergöz Hatıraları ...</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-87012632263471572252019-01-26T17:49:00.003+03:002019-01-26T17:51:41.849+03:00VENEZUELA da VENEZUELA<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
*VENEZUELA* da *VENEZUELA*...<br />
Şimdi bir de bu çıktı...<br />
Neresidir burası...<br />
*VENEZUELA* dan bize ne...<br />
*VENEZUELA* ile bizim ne alakamız var...<br />
*VENEZUELA* kim biz kim...<br />
*VENEZUELA* dediğin yer taaa... Allahın ittir ettiği yerde...<br />
Diye bakarsan, *TARİH* de sana *HAŞIRT CEZASI KESER...*<br />
* Venezuela'nın nüfusu 30 milyon kişi…<br />
* *Suudi* Arabistan'ın bile *265* milyar varil petrol rezervi varken,<br />
* *Venezuela*'nın *296* milyar varil petrol rezervi var.<br />
Varilini 55 dolardan hesapla bak ne çıkıyor…<br />
Venezuela halkının en az Kanadalılar kadar refah olması gerekiyor, gerekiyor da...<br />
*Bu SEFALET niye...*<br />
Niye mi...<br />
Bakslım yollardır<br />
*VENEZUELA* nasıl idate ediliyor...<br />
*Venezuela* 'da *BAŞKANLIK SİSTEMİ* var.<br />
*Hugo Chavez 1998*'de başkan seçildi.<br />
Yoksul ve cahil ahali, onu çok seviyordu, gıda kolisi dağıtıyor, gariban mahallelere, sağlık ocağı filan açıyor, devletin kaynaklarını sebil gibi *ÜRETİM* için değil *TÜKETİM* için kullanıyordu.<br />
*Balık tutmayı öğretme yerine, kokmuş balık vererek HALKI KANDIRANLAR*, açlıktan nefesi kokan halkın kurtarıcısı olarak görülüyordu.<br />
Şakkk…<br />
*Başkan Hugo Chavez*<br />
Anayasayı değiştirdi, dolayısıyla devletin yönetim şeklini değiştirdi.<br />
Artık, *HALKIN* onu sevip sevmemelerinin önemi yoktu, çünkü, artık onu başkanlıktan indirmek hukuken mümkün değildi.<br />
*HUGO*, önce *MUHALEFETİ SUSTURDU, BASINI SUSTURDU, İŞ DÜNYASINI SUSTALI MAYMUNA ÇEVİRDİ*.<br />
Onun yönetim şekli yüzünden *1.5 milyon kişi ülkeden kaçtı*.<br />
Nüfusun yüzde beşi ülkeden kaçarken… Twitter'dan kendisini takip eden üç milyonuncu takipçisine ev hediye ederek, kendisini alkışlatıyordu.<br />
Kansere yakalandı. Halefi olarak, başkan yardımcısı *Maduro*'yu seçti.<br />
Bütçe dahil, tüm yetkilerini başkan yardımcısı Maduro'ya devretti.<br />
*Maduro* otobüs şoförüydü, lise mezunuydu, sendikacılıktan tırmanmış, *Chavez'in sağkolu* olmuştu.<br />
“Üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi?”<br />
diye eleştirildiğinde…<br />
Chavez,<br />
“ _neden olmasın_” diyordu.<br />
_“iktidar halkındır, elitler-seçkinciler istemese de otobüs şoförü başkan olur”_<br />
diyordu.<br />
Chavez öldü, otobüs şoförü Maduro geçici olarak başkan oldu.<br />
Nisan 2013'te yeniden başkanlık seçimi yapıldı, *başkanlık imkanlarını sonuna kadar kullanan Maduro, yüzde 50.6 oyla kılpayı kazandı*.<br />
Rakibi yüzde 49.1 almıştı. *Seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama, itirazlardan netice alınamadı, çünkü, seçim kurulu, yargı, komple Maduro'nun kontrolündeydi*.<br />
*Toplum karpuz gibi ikiye bölündü.*<br />
Protesto gösterileri başlayınca, *halka ateş* açıldı.<br />
Harvard mezunu *muhalefet lideri tutuklandı*.<br />
Bizzat başkan Maduro tarafından<br />
*“kendisinin başkanlığını kabul etmeyenlere konuşma yasağı”*<br />
getiren yasa teklifi hazırlandı ve meclis de bu teklifi kabul etti iyi mi…<br />
*Muhalefete kanunen konuşma yasağı getirildi.*<br />
Başkanlık yetkilerini daha da arttıran yasalar çıkarttı.<br />
Mesela, *petrol ve madenler konusunda meclise sormadan karar verme yetkisini kendisine aldı!*<br />
*Yandaş medya* oluşturdu.<br />
Şu anda Maduro haricinde hiçbir şey yazmıyorlar, televizyonlarda devamlı Maduro konuşuyor.<br />
*Muhalif medyayı susturdu* , yayınlarını beğenmediği televizyon kanallarını kablolu kanaldan çıkardı.<br />
*20 milyon kişiye 120 bin ton gıda kolisi dağıttı.*<br />
Temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya düşmeye başlayınca, başkanlık bünyesinde komisyon kurdu, kıtlığın sebebinin araştırılmasını istedi.<br />
*Yalaka komisyon* araştırdı. Ne buldular biliyor musunuz?<br />
_“Halkımızın yüzde 95'i günde dört-beş öğün yemek yiyor, bu nedenle tüketim maddelerinde sıkıntı yaşanıyor”_<br />
sonucunu buldular!<br />
Kıtlığın sebebi halkın çok yemesiydi yani…<br />
Başkanın sorumluluğu, kusuru yoktu!<br />
2015'te parlamento seçimi yapıldı.<br />
*Maduro* her türlü *katakulliyi* yaptı ama, hezimete uğramaktan kurtulamadı. Muhalefet ezici çoğunlukla kazandı.<br />
Muhalefet parlamentoyu kazandı ama…<br />
Başkan hâlâ Maduro'ydu.<br />
*Ordu, polis ve yargının* tamamı *Maduro* 'nun elindeydi.<br />
Hükümeti de hâlâ o kuruyordu.<br />
Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet, 2019'da yapılması gereken başkanlık seçimlerinin öne çekilmesi için, erken seçim talebinde bulundu. Tabii ki başkan reddetti!<br />
Bunun üzerine, erken seçime gidilmesi konusunda referandum yapılması için anayasal süreç başlatıldı. Anayasaya göre, referanduma gidilmesi için seçmenin yüzde 20'sinden imza toplanması gerekiyordu. Dört milyon imza toplandı.<br />
Amaaa... Nafile… Başkanın emrindeki seçim kurulu, imzaları kabul etmedi, referandum meferandum yapamazsınız dedi, kesti attı!<br />
Muhalefet bir başka yol aradı, meclisten, Maduro'nun başkanlıktan azledilmesini talep eden karar çıkarıldı.<br />
Gel gör ki… Tüm üyeleri Maduro tarafından seçilen Anayasa Mahkemesi bu kararı reddetti.<br />
Meclisin azil talebinin anayasaya aykırı olduğu açıklandı!<br />
Bunlar yetmezmiş gibi, *Aragua eyaletinin valisini* (artık nasıl bir işişkileri varsa), kendisine başkan yardımcısı yaptı.<br />
Bu herif “ *uyuşturucu baronu*” olarak tanınıyor!<br />
Eğer Maduro da Chavez gibi ölürse, 2019'a kadar ülkeyi bu arkadaş yönetecek.<br />
*Netice?*<br />
Şu anda Venezuela'da<br />
* Enflasyon yüzde 16.000…<br />
* Alışverişlerde kredi kartı geçmiyor, mağazalar kabul etmiyor.<br />
* Hükümet devalüasyonla eriyen banknotları tedavülden kaldırıp, yerine yenilerini sürmek istedi, para basmak için bile para bulamadı!<br />
* Asgari ücrete güya yüzde 50 zam yapıldı, 40 bin bolivar oldu, 40 bin bolivar ne ediyor biliyor musunuz, 15 dolar ediyor!<br />
* Et, un, şeker, pirinç, süt karaborsa satılıyor, ekmek için bile kuyruk var, marketler saldırıya uğruyor, yağmalanıyor.<br />
* Hal böyleyken, zengin daha da zengin oldu.<br />
Bir hamburger 170 dolara satılıyor, alıcı buluyor!<br />
* Eczane rafları boşaldı, ilaç sıkıntısı var, sağlık sistemi çöktü, ameliyat malzemesi yok, yenidoğan bebek ölümleri rekor seviyeye ulaştı.<br />
<br />
* İthalat bıçak gibi kesildi, alt tarafı diş macunu almak isteyen, normal fiyatının yüz misli ödemek zorunda kalıyor.<br />
* Günde 18 saate varan elektrik kesintileri yapılıyor, yeterli elektrik üretilemediği için, kamu kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve salı çalışıyor, özel sektör haftalık izin gününü üçe çıkardı.<br />
* Şehirlerde günde sekiz saat su kesintisi yapılıyor, her gün…<br />
* Fuhuş patladı.<br />
* Suç patladı, her 21 dakikada bir cinayet işleniyor.<br />
* Her sene 17 bin adam kaçırma olayı, fidye rapor ediliyor.<br />
* Gasp öyle hale geldi ki, insanlar cep telefonuyla anca evlerinde konuşuyor, sokağa çıkarken yanına almıyor.<br />
* Sosyal hayat durdu, sinema yok, tiyatro yok, konser yok, hava kararınca şehirler ıssızlaşıyor.<br />
* Karayolları, limanlar ve havalimanları ordu kontrolünde tutuluyor.<br />
*Moduro VENEZUELLA*'nın taaa *içine etti.*<br />
Amaaa...<br />
*Başkan hâlâ başkan.*<br />
*YAŞASINNN... BAŞKANLIK SİSTEMİ*...<br />
<br />
<span style="font-size: xx-small;"><a href="https://www.facebook.com/recepdede1965/posts/2150808671676750?__tn__=K-R" target="_blank">Alıntı</a></span></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-8413572490928641302019-01-14T12:32:00.001+03:002019-01-14T12:32:37.863+03:00ATATÜRK VE MU KITASI..<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both;">
-Atatürk ve MU kıtası...</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Anadolu'ya yerleşen ilk ışık insanları...</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-13.000 (on üç bin yıl) önceye ışık tutan göbeklitepe kazıları...</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-13.ooo yıl önce insanoğlunun "avcılık ve toplayıcılık zamanında" **Türk gelenek ve göreneklerine ait izlerin Anadolu'da rastlanması. ..</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Hristiyan ve yahudilerin yazdığı tarihte Türklerin Anadolu'ya 1071 Malazgirt zaferi ile geldikleri konusunda ısrar etmeleri...</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Buzulların erimeye başlamasıyla Sibirya da da Türklere ait insan izleri bulmaları</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Atatürk'ün iş bankasındaki hisselerinin gelirini Türk dil kurumu ile Türk tarih kurumuna bağışlaması ( en son hisselere el koydular mı bilmiyorum)</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Cumhuriyet, Atatürk ve Türk'e düşman olanların Türk adını kaldırmak için özel çaba sarf etmeleri...</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Hiç bir ırkın soyu bu kadar eskiye dayanmazken Türk soyu neden bu kadar eskiye dayanıyor? </div>
<div class="separator" style="clear: both;">
-Böyle bir soyun devamıyız ey Türk, oku geçmişini bil, geleceğe bilerek güvenle bak!..</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
(Bilimsel araştırmadır ve devam etmektedir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-oV2IzRCvtO8/XDxUdg0ln6I/AAAAAAAAdsM/mABmEQGIXeEznSQgAt380nsVP2Ih1mlfACLcBGAs/s1600/MU.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="540" data-original-width="960" height="360" src="https://2.bp.blogspot.com/-oV2IzRCvtO8/XDxUdg0ln6I/AAAAAAAAdsM/mABmEQGIXeEznSQgAt380nsVP2Ih1mlfACLcBGAs/s640/MU.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Yıl 1878'di..<br />
Afyon'a bağlı Beyköy'de bir tarlada 10 metre uzunluğunda kireç taşından yapılmış bir yazıt bulundu..<br />
Üzerinde bir takım şekiller vardı..<br />
Köylüler taşa bir anlam veremedi..<br />
Köy heyeti taşın yeni yapılan caminin temelinde kullanılmasını kararlaştırdı..<br />
Bölgede kazı yapan Fransız arkeolog George Perrot buna karşı çıksa da, köylülere derdini anlatamadı..<br />
Bunun üzerine arkeolog Perrot, taş temele atılmadan üzerindeki şekilleri bir kağıda tek tek çizdi..<br />
Sonra ülkesine döndü...<br />
*. *. *<br />
Aradan 134 yıl geçti..<br />
2012 yılında İngiliz antik çağ tarihçisi James Mellaart öldüğünde özel arşivinin arasında Fransız arkeolog Perrot'un Afyon'da taştan kopya ettiği metin de çıktı..<br />
Melleart'ın oğlu metnin kopyasını İsveçli tarihçi Dr. Eberhard Zangger'e verdi.<br />
Zangger İsveçli ve Hollandalılar'dan oluşan 20 kişilik bir bilim insanı grubuyla bu yazıları çözmeye çalıştı..<br />
Yıllar süren uğraşlardan sonra yazılar çözüldü..<br />
Bronz Çağından kalmaydı..<br />
3 bin 200 yıllıktı..<br />
Anadolu'da Hititler'den önce yaşayan Luviler'e aitti..<br />
Luviler, çok araştırmacı ve akademisyene göre Truva'ya denizden gelen ışık insanlarıydı..<br />
Anadolu'nun ilk halkıydı..<br />
*. *. *<br />
Luviler kendilerine MA halkı diyordu..<br />
MA, battığına inanılan MU kıtasının başka bir ismiydi..<br />
Bir çok tarihçi Luviler'in MU kıtası battıktan sonra deniz yoluyla Anadolu'ya geldiğini savundu..<br />
Bu görüşe katılan Mustafa Kemal Atatürk de, Anadolu'nun köklerini MU kıtasında aradı ve bu konuda araştırmalar yaptı..<br />
*. *. *<br />
Luvi ışık demekti..<br />
Bir çok dile buradan geçti..<br />
Hititçe'de Lukka, Latince'de Lux, İngilizce'de Light, İtalyanca'da Lure, İspanyolca'da Luz, Almanca'da licht ve niceleri..<br />
Işık insanları silahsız bir dine inanıyordu..<br />
Onlarda yaratan ve yaratılan yoktu..<br />
Yaratılmışların bütünü yaratanın kendisiydi.<br />
İkilik küfürdü..<br />
En büyük en küçükteydi..<br />
İnsanın özü ruhuydu<br />
Ruh ışıktı ve ölümsüzdü.<br />
Luviler'de bilgi en önemli değerdi..<br />
Dinlerini, dünya görüşlerini bilgi seviyesi yüksek insanlarla paylaşırlardı..<br />
Düşüncelerini sembollerle anlatırlardı..<br />
Bu yüzden hep azınlıkta kaldılar ve Anadolu'ya kendilerinden sonra gelen halklar tarafından ezildiler..<br />
*. *. *<br />
Hititler Anadolu'ya geldiklerinde tanıştıkları Luviler'e, komşu halk anlamına gelen "A-Luvi" dediler..<br />
İnançlarının, geleneklerinin Aleviler'e çok benzer olması yıllardır tarihçileri düşündürürür..<br />
Alevi sözü acaba "A-Luvi"den mi gelmektedir?.<br />
Baksanıza Yunus Emre ne diyor?<br />
“Dört kitabın manasın okudum hâsıl ettim..<br />
Işığa gelince gördüm bir uzun hece imiş”.<br />
“Oruç namaz gusülü hac hicaptır aşıklara<br />
aşk ondan münehhez halis heves içinde..<br />
ey aşıklar ey aşıklar ışık mezhebi dindir bana."<br />
*. *. *<br />
Afyon'da 1878 yılında bulunan taş yazıtın çözümüne başta İngiliz İndepented Gazetesi olmak üzere bir çok Avrupa medya organı geniş yer verdi..<br />
Yazıtın deşifre edilmiş tam metni ve araştırma Aralık ayında 'Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society' dergisinde yayınlanacak.<br />
Fransız, İngiliz, İsveç, Hollandalı bilim insanları şimdi bu konuda yoğun çalışma içinde..<br />
Anadolu'nun köklerini araştırıyorlar..<br />
Peki biz Anadolu'da yaşayanlar ne yapıyoruz?<br />
<br />
<span style="font-size: xx-small;"><a href="https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2193571727632461&set=a.1550084471981193&type=3&theater" target="_blank">Alıntı</a></span></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-18370405989090497122018-12-02T17:48:00.001+03:002018-12-02T17:54:07.667+03:00Atatürk din adamlarını astı mı? İşte belgelerle o gerçekler<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-BzVwCpW4Tdg/XAPfmc-KwTI/AAAAAAAAcwM/AUQxYcbSFEwevSObRzoC_RmdxCUmW9PYQCK4BGAYYCw/s1600/R1.png" imageanchor="1"><img border="0" height="360" src="https://1.bp.blogspot.com/-BzVwCpW4Tdg/XAPfmc-KwTI/AAAAAAAAcwM/AUQxYcbSFEwevSObRzoC_RmdxCUmW9PYQCK4BGAYYCw/s640/R1.png" width="640" /></a></div>
Bugüne kadar hakkında yalan yanlış çok şey duyduğunuz ”<b>Atatürk din adamlarını astı</b>” iddialarını bir de böyle dinleyin. <b>Bağımsız Gazete editörleri sizin için o bilgileri belgeleri ile derledi</b>.<br />
<br />
Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan gerici eylemler ve alınan önlemler hakkında yazılan bu yazı, Atatürk’ün masum din adamlarını astırdığı söylentilerine ısrarla inananlara cevap niteliğinde.<br />
<br />
”<i>Atatürk ve annesine atılan iftiraların dışında, bir de Atatürk’ün binlerce hocayı astırdığı, dine karşı mücadele ettiği söylenir.Bir sürü soru soruluyor. Atatürk dine karşıymış, şapka kanunu çıkarmış, hocalar asılmış. Hamidiye Rize’yi bombalamış işte belgeleri ile gerçekler</i>.”<br />
<br />
Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te fethettiği İstanbul, 1918’de İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edildi. İşgale kimse direnmedi. Fransız komutan Franchet D’esperey İstanbul’a Fatih’in girdiği kapıdan girerek, gövde gösterisi yaptı. İşgalcilere tek kurşun sıkılmadı<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-rMVCk_c7erc/XAPgGOY0OvI/AAAAAAAAcwY/ZXq_Ktny1jM6mIJXv8WSsXOVVtS0vFqUwCK4BGAYYCw/s1600/R2.png" imageanchor="1"><img border="0" height="429" src="https://2.bp.blogspot.com/-rMVCk_c7erc/XAPgGOY0OvI/AAAAAAAAcwY/ZXq_Ktny1jM6mIJXv8WSsXOVVtS0vFqUwCK4BGAYYCw/s640/R2.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
Osmanlı Devleti işgale karşı direnmeyince, bir grup subay Anadolu’ya geçerek milleti örgütledi ve direniş kararı aldı.Devlet, bu direnişi destekleyeceği yerde, lanetledi. Direnişin lideri Mustafa Kemal hakkında idam kararı aldı.</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-zD_XWZFTebY/XAPg2jNXfsI/AAAAAAAAcwk/RgQARSICy3k_Ocrr6dD9DzrAyVWTLJfDACK4BGAYYCw/s1600/R3.png" imageanchor="1"><img border="0" height="341" src="https://3.bp.blogspot.com/-zD_XWZFTebY/XAPg2jNXfsI/AAAAAAAAcwk/RgQARSICy3k_Ocrr6dD9DzrAyVWTLJfDACK4BGAYYCw/s640/R3.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, direnişe katılanları Halife’ye isyan etmekle suçladı. Bu kimselerin din düşmanı olduğuna fetva verdi.Şeyhülislama bağlı bir çok sözde şeyh İngiliz desteğiyle Anadolu’ya geçerek direnişe geçen Anadolu halkını caydırmaya çalıştı.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-o_OTqAWNCf8/XAPhUYrqjLI/AAAAAAAAcww/fkmyKb7SoYUiiXmS21PEuqdChKET0SaMACK4BGAYYCw/s1600/R4.png" imageanchor="1"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-o_OTqAWNCf8/XAPhUYrqjLI/AAAAAAAAcww/fkmyKb7SoYUiiXmS21PEuqdChKET0SaMACK4BGAYYCw/s1600/R4.png" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Durumu öğrenen gerçek din adamları, Ankara’ya koştu. Rıfat Börekçi ve beraberindeki 153 din adamı, Ankara Fetvası’nı yayınladı.Ankara Fetvası’nı yayınlayan hocalar, düşmana direnmeyi bir din görevi olan ilan etti. Fetva baskın geldi. Direnişe katılım arttı.Şeyhülislam direnenleri dinden kovarken Libya’dan gelen Şeyh Sunusi güneydoğuya geçip, halkı ayaklanmaya teşvik etti. Ruhu şad olsun. Gerçek alim ve hocalar, düşmana direnen Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla kader birliği yapmıştır. El üstünde tutulmuşlardır.</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-qEg8xOkiqfk/XAPh7eOuwII/AAAAAAAAcw8/2tUQ6k4v1bob-mwGU0YxzOFmEX576RkbgCK4BGAYYCw/s1600/R5.png" imageanchor="1"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-qEg8xOkiqfk/XAPh7eOuwII/AAAAAAAAcw8/2tUQ6k4v1bob-mwGU0YxzOFmEX576RkbgCK4BGAYYCw/s1600/R5.png" /></a></div>
<div>
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: left;">
Mustafa Kemal sözde hoca geçinen takımın savaş esnasında halkı nasıl kandırdığını, düşmanla iş birliği yaptığını çok iyi görmüştür.Şimdi bir anlığına durun ve düşünün: 15 Temmuz’da bir takım hocalar çıkıp “Fethullah hocaya karşı sokağa inmek din düşmanlığıdır” dese?15 Temmuz gecesi bazı hocalar Tanklara karşı durmak, dine karşı durmak gibidir, darbeye direnenlerin katli vaciptir diye fetvalar verse? Bir takım hocalar 15 Temmuz gecesi çıkıp, darbeye destek vermek İslami görevdir diye açıklamalar yapsa ne hissedilir? İnanacak mıydık? Böyle bir durum yaşansa, darbe bastırılınca, bu hocaların okulları, şirketleri kapatılmaz mıydı? Bu hocalar hapsedilmez miydi? Bugün Gülen’in idamını isteyenler, geçmişte Mustafa Kemal’in İngilizlerle iş birliği yapan bu sözde hocaları idam etmesine neden karşı?</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Mustafa Kemal savaş bitince halkı kandıran, halkı sömüren bu üfürükçü, falcı, büyücü ve şeyh geçinenleri bitirmek için harekete geçti. Bu sözde hoca geçinenler, askerden muaf tutuluyordu. Önce bu muafiyet kaldırıldı. Bu kimselerin kendi okulları vardı. Hepsi kapatıldı. Bu sözde hocaların din eğitimi vermesi, köylerde hocalık yapmaları yasaklandı. Tehvid-i Tedrisat yasası ile eğitimde birlik sağlandı. Bu yasa ile sadece sözde hocaların medreseleri değil, Anadolu’da faaliyet güden 150’yi aşkın AMERİKAN MİSYONER OKULU KAPATILMIŞTIR.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
American Board of Missions yetkilisi H.O. Dwight’ın 1895 tarihli raporuna göre, Osmanlı topraklarında 435 okul bulunuyor. Bu 435 okulda toplam 19795 öğrenci yetişiyor. Bu okullar Osmanlı idaresi denetimi dışındadır. Ve CUMHURİYET DÖNEMİNDE HEPSİ KAPATILDI.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Adı Thomas Davidson Christie… 1877’de Anadolu’ya gönderildi. Adana, Maraş’ta ders verdi. Ama asıl mesleği, casusluktu. Osmanlı’yı bölmek için gizli faaliyet güden bu misyoner okulları, ATATÜRK tarafından kapatılmıştır. Bu İslam’a karşı mücadele midir?</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/--QtG16wsat4/XAPiragEezI/AAAAAAAAcxU/X5shp5x7aC4hJlsGEqI43y11oYMA8RlxACK4BGAYYCw/s1600/R6.png" imageanchor="1"><img border="0" height="355" src="https://3.bp.blogspot.com/--QtG16wsat4/XAPiragEezI/AAAAAAAAcxU/X5shp5x7aC4hJlsGEqI43y11oYMA8RlxACK4BGAYYCw/s640/R6.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bu misyoner okullarının Anadolu’daki dağılımını gösteren haritaya iyi bakın. <b>Kayseri, Sivas, Tokat, Bursa.</b>. Her yerde misyoner okulları. </div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-EaiCcuyJd3s/XAPjG27euTI/AAAAAAAAcxg/LqJIDr72iSUFM5uvH2Mze8zGJ1N04oj0gCK4BGAYYCw/s1600/R7.png" imageanchor="1"><img border="0" height="551" src="https://3.bp.blogspot.com/-EaiCcuyJd3s/XAPjG27euTI/AAAAAAAAcxg/LqJIDr72iSUFM5uvH2Mze8zGJ1N04oj0gCK4BGAYYCw/s640/R7.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
<div>
Misyoner okulları 40. yılını kutlama için piknik düzenliyor. Yer Merzifon. Anadolu’nun bağrı. Bunları temizleyenler mi İslam düşmanı?</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-9m7NwyQ1-Kw/XAPjei2h9dI/AAAAAAAAcxs/vOD8Y7pI9BImmojJeLFkdSpYCv1BYu1UACK4BGAYYCw/s1600/R8.png" imageanchor="1"><img border="0" height="318" src="https://1.bp.blogspot.com/-9m7NwyQ1-Kw/XAPjei2h9dI/AAAAAAAAcxs/vOD8Y7pI9BImmojJeLFkdSpYCv1BYu1UACK4BGAYYCw/s640/R8.png" width="640" /></a></div>
<div>
<div>
Sene 1900-1903… İlk fotoğraf Adana misyoner okulu, ikincisi Merzifon… Cumhuriyet geldi ve tümünü ortadan kaldırıldı. Hepsi devletin oldu. Bir yandan Anadolu’da hıristiyanlığı yaymaya çalışan bu misyoner okulları öte yandan, din tüccarlarının tezgahları tek tek kapatıldı. Devlet, bu din tüccarları ve üfürükçülerin gizliden gizliye faaliyet gütmesini önlemek bazı kararlar aldı. En önemlisi, kıyafet devrimi. <b>2 Eylül 1925’te alınan bir kararla devlete bağlı din görevlileri dışındaki kimselerin sarık ve cübbe giymeleri yasaklandı</b>. Zira tüm güçleri budanan bu sahte hocalar, sarık ve fesi giyip köy köy dolanıp ahaliye yalan yanlış bir sürü şey anlatmıştır. Cumhuriyete şirk, kızların okumasına zina diyen bu bağnazları engellemek için cübbe ve sarık giymeleri de yasaklanınca isyana kalktılar.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
İsyana bahane olarak, Şapka Kanununu bahane ettiler. Oysa şapka giymek, devlet memurlarına zorunlu hale gelmiştir. Cezası idam değildir.</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-xVfIIbZu3yI/XAPj5yHnraI/AAAAAAAAcx4/8LWtGuzXxzgfMHsG1ZOvLa2Gc4vpAPR2QCK4BGAYYCw/s1600/R9.png" imageanchor="1"><img border="0" height="392" src="https://4.bp.blogspot.com/-xVfIIbZu3yI/XAPj5yHnraI/AAAAAAAAcx4/8LWtGuzXxzgfMHsG1ZOvLa2Gc4vpAPR2QCK4BGAYYCw/s640/R9.png" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Bugün nasıl devlet memurları, Hırvat icadı olan kravatı takmak zorundaysa, o dönemde devlet memurları şapka takmak zorundaydı.Hal böyle olmasına rağmen tekkeleri kapatılan, cübbe giymeleri yasaklanan bu sözde hocalar olayı çarpıtıp halkı ayaklandırmaya çalıştı. <b>Erzurum, Kayseri, Sivas, Maraş ve Rize</b>’de devlet karşıtı isyanlar tertiplendi. Bu ufak isyanlar bastırıldı ve <i>ele başları idam edildi.</i> <b>Erzurum’da 13, Kayseri’de 5, Sivas’ta 2, Rize’de 8, Maraş’ta 5 </b>olmak üzere<b> Toplam 33</b> kişi idam edildi. İdam edilenler, işte bu sözde hocaların ele başlarıdır.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman halktan kaçan, halkın huzuruna çıkmaktan çekinen biri değildi. Rize’ye gitme kararı aldı. Zira Rize’de isyan edenler karakol basmış, bir askeri idam etmeye kalkmıştı. Bu açıkça devlete isyandı ve cezası belliydi. Yine bu kimseler Atatürk yaralandı, İnönü öldü, dindar paşalar devleti ele geçirdi diyerek halkı isyana teşvik etmişlerdir.Bunun üzerine devlet, kendisine isyan edenlere cevap olarak Hamidiye Kruvazörü’nü Rize’ye göndermiş ve top atışı yapılmıştır.Bu top atışları, devletin isyan edenlere vermiş olduğu bir mesajdı. Nitekim mesaj alındı. Bir daha kimse isyana yeltenemedi.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Fakat bu sözde hocalar durdu mu? Hayır. Bu kez de, idam edilenlerin şapka takmadığı için idam edildikleri yalanları uyduruldu.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-oKLOP-LUiK4/XAPknJ1VTZI/AAAAAAAAcyE/PrNrEOLSjcQJPj96wmTkWqVYFoxpPGU9wCK4BGAYYCw/s1600/R10.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="341" src="https://3.bp.blogspot.com/-oKLOP-LUiK4/XAPknJ1VTZI/AAAAAAAAcyE/PrNrEOLSjcQJPj96wmTkWqVYFoxpPGU9wCK4BGAYYCw/s640/R10.png" width="640" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Oysa kanuna göre şapka takmak zorunlu bile değildir.<u> Zorunluluk şudur</u>: <b>Kafaya şapka dışında bir şey takılamaz. Şapka kanununa göre devlet memuru olmayanlar şapkasız dolaşma haklarına sahiptir</b>. <b>Ama şapkadan başka mesela fes takılması yasaklanmıştır. Bu yasağa uymamanın cezası idam değildir.</b> Böyle bir kanun maddesi yoktur. İdam edilenler, “<b>isyan ettikleri</b>” için asılmıştır.<i> İdam edilenlerin sayısı</i> <b>100.000 </b><i>değil</i>,<b> 33</b>’<i>tür.</i> 100.000 kişinin asıldığına ilişkin tek kayıt bile yoktur. Bunlar tamamı ile uydurmadır. Bu uydurmaların tamamı, Milli Mücadele’ye muhalefet yapmış, Dürrizade Fetvası’na iman etmiş sahte ve sözde hocalara aittir. Dileyenler 15 yıl boyunca Mustafa Kemal’in yanında bulunan <b>Hafız Yaşar Okur</b>’un kitabını -<u>bulabilirlerse</u>- okuyabilir.<b> Önemli bir eserdir</b>.</div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Apkgw9eRUak/XAPlUAZfZYI/AAAAAAAAcyQ/TJyZU3YgxKwf2IIgzIj5-WIGHTHa5KpsACK4BGAYYCw/s1600/R11.png" imageanchor="1"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-Apkgw9eRUak/XAPlUAZfZYI/AAAAAAAAcyQ/TJyZU3YgxKwf2IIgzIj5-WIGHTHa5KpsACK4BGAYYCw/s1600/R11.png" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-pBrE7u_qmcA/XAPmCtKPsOI/AAAAAAAAcyo/U39WcwYrZmY8SHOuj-XT3Q-OIxDjt5kFwCK4BGAYYCw/s1600/R12.png" imageanchor="1"><img border="0" src="https://3.bp.blogspot.com/-pBrE7u_qmcA/XAPmCtKPsOI/AAAAAAAAcyo/U39WcwYrZmY8SHOuj-XT3Q-OIxDjt5kFwCK4BGAYYCw/s1600/R12.png" /></a><span style="text-align: center;"> </span></div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: center;">
<div>
<div style="text-align: left;">
Atatürk, 1932 yılında bu Kuran-ı Kerim’i <b>Hafız Yaşar Okur</b>’a hediye etmiştir. Atatürk’ün Kuran-ı Kerim hediye etme huyu vardır.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Son olarak, kendi el yazması: ”<b>Din, milliyetin bir parçasıdır! Ancak bağnazlığın milletleri ümmet haline düşüreceğini unutmamalıdır</b>!”</div>
</div>
<div>
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-G3AKXl7ozvM/XAPneY8RN8I/AAAAAAAAczA/pv3isNtApfcjrbHpscB1fDtDuljVps2HQCK4BGAYYCw/s1600/R13.png" imageanchor="1"><img border="0" height="138" src="https://4.bp.blogspot.com/-G3AKXl7ozvM/XAPneY8RN8I/AAAAAAAAczA/pv3isNtApfcjrbHpscB1fDtDuljVps2HQCK4BGAYYCw/s400/R13.png" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div>
<br /></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-81948358815781466342018-12-02T02:08:00.002+03:002018-12-02T02:08:55.008+03:00TOPAL BACAKLI MAREŞAL<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-cZzsIXpWHME/XAMUQ12H3NI/AAAAAAAAcvk/uaTImk6f0U4un9bZP-PMPfnIBPtAKHSRwCLcBGAs/s1600/topal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="537" data-original-width="720" height="477" src="https://2.bp.blogspot.com/-cZzsIXpWHME/XAMUQ12H3NI/AAAAAAAAcvk/uaTImk6f0U4un9bZP-PMPfnIBPtAKHSRwCLcBGAs/s640/topal.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
TOPAL BACAKLI MAREŞAL<br />
<br />
Siyah beyaz fotoğrafa bir bakın önce.. Bir cenaze töreni yapılıyor. Tabloya bakılırsa önemli biri olmalı. Balkonda ise tabutta yatanı selamlayan bir asker var. Kıyafetine bakılırsa Türk değil gibi. Ama yüksek rütbeli bir asker olduğu belli. Hadi gelin bu adamın hikayesine kulak verelim. Bu adamın duygu dolu ibretlik hikayesine..<br />
<br />
Gördüğünüz kişi Sir William Birdwood. Çanakkale savaşında Anzak Orduları Başkomutanı. Asker ve donanım açısından daha üstün olmalarına rağmen Atatürk’e üç kere yenilir savaşta, bacağı da sakatlanır ama buna rağmen onun dehasına ve kişiliğine karşı büyük hayranlığı vardır. Bu hayranlık savaş sonrasında da devam eder. 1935 yılında Mareşal olur son görevi “Hindistan Ordusu Başkomutanlığı”dır. Atatürk hayranlığı ve sevgisi hala sıcaklığını korumaktadır. Atatürk öldüğünde de rahatsızlığına ve emekli olmasına rağmen İngiltere adına cenaze törenine katılmak için talepte bulunur. Talebi kabul edilince İstanbul’a gelir. Bacağını sürükleye sürükleye tabutunun ardında yürür. Ankara’daki törende artık ayağı incinmiş ayakta zor durmaktadır. Halkevi binası balkonuna çıkarırlar.. Geçici kabrine götürülecek olan tabutun geçişi sırasında kılıcından destek alarak ayağa kalkar elindeki asayı kaldırarak selamlar onu. Bu sırada artık duygularını kontrol edemeyerek ağlamaktadır.<br />
<br />
Tören sonrasında hemen ayrılmaz birkaç gün daha kalır Ankara’da. Bir gün etrafında Türk yetkililerin de olduğu bir ortamda cebinden bir kalem ve üzerinde kroki olan bir kağıt çıkararak masaya koyar, şu anıyı anlatır onlara:<br />
<br />
Tarih 20 Kasım 1918<br />
(Bir kaynağa göre 16 Kasım) Birdwood karargahı ile Pera Palas oteline yerleşmiştir. Mustafa Kemal’in de otelde bir dairesi olduğunu bilen Birdwood onunla görüşmek ister. Bunun için kendisine refakat subayı olarak verilmiş olan sporcu Sedat Rıza Bey’i araya sokar.<br />
<br />
-“Buyursunlar” der Mustafa Kemal.<br />
İki general karşı karşıyadır. Birdwood çok saygılıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Rasim Ferit Bey de vardır. Hoşbeşten sonra Birdwood, iki yıldır kafasını kemiren “bizi nasıl yendi?” sorusunun yanıtını almak ister:<br />
-“Sayın komutan bizi nasıl yendiniz?”<br />
Mustafa Kemal’den bir başkası, dünya savaş tarihinde benzerine az rastlanır bu başarısından böbürlene bilirdi. Oysa o, -tıpkı Trikopis’e davrandığı gibi - yenilginin ezilmişliği altındaki bu general’in onurunu korur.<br />
“-Sizin de, bizim de tarih dergilerimiz var”, der; tarih yazar.<br />
Birdwood ricasını yineler:<br />
-“Ekselans, sizin ağzınızdan dinlemek istiyorum. Lütfediniz.”<br />
Mustafa Kemal, yanındaki Rasim Ferit Bey’den kağıt kalem ister; o da bir parça kağıt ile altın muhafazalı kurşun kalemini uzatır. Mustafa Kemal bir kroki çizer, kağıt üzerindeki yerlerini işaret ederek;<br />
-“Su tarihte karaya çıktınız, der; filanca saate kadar şurada durdunuz. Biz de şu hattaydık. Her şey sizin lehinizdeydi. Niçin çizgide durdunuz ve niçin ilerlemediniz?”<br />
-“Askerlerimiz çok yorulmuştu, diye yanıtlar Birdwood.”<br />
Mustafa Kemal bu kez de Conkbayırı krokisini çizer:<br />
-“Siz filanca gün şu yöne hareket ettiniz, şu durumu aldınız; niçin ilerlemediniz?”<br />
-“Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerlerimiz susuz kaldı ve durdu.”<br />
Atalarımız yaralıya kurşun atılmaz der. Mustafa Kemal’de Türk soyluluk ve erdemini şu esprisiyle dile getirir:<br />
-“Görüyorsunuz ya ben bir şey yapmadım. Önce yorgunluk, sonra susuzluk durdurdu ordunuzu.”<br />
Birdwood ayağa kalkar, Mustafa Kemal’i kucaklar:<br />
-“Sizin gibi kahraman ve yüksek karakterli bir asker tanımadım.” dedikten sonra krokiyi ve kalemi işaret ederek:<br />
-"İzin verir misiniz" der; "bu kroki ve kalemi değerli bir hatıra olarak saklayayım.”<br />
Ve saklar. Cenaze törenine gelirken de yanında getirmiştir.<br />
<br />
NOT: Ne denir ki.. Düşmanlarının bile sevdiği, değerini takdir ettiği, hayranlık duyduğu bir adam. Günahıyla sevabıyla ülkenin kurucusu. Çok daha fazlası olmalı elbet ama sakat bacağıyla acı çeke çeke onun tabutunun arkasından yürüyen şu adamın gösterdiği saygıyı gösteremeyen ve yetmezmiş gibi bilir bilmez hakkında atıp tutan, hakaretler eden insanlarımız var. Vefa bir semt ismi miydi sadece İstanbul’da?<br />
<br />
Prof. Dr. Utkan Kocatürk</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-27484752746997864032018-11-23T22:09:00.002+03:002018-11-23T22:20:46.543+03:00ÖĞRETMENLER GÜNÜ, TARİHÇESİ<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="color: red; font-size: large;">ÖĞRETMENLER GÜNÜ, TARİHÇESİ</span><br />
<br />
Türkler, ilk önceleri Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır.<br />
<br />
8. Yüzyıldan itibaren, İslamiyet'in kabul edilmesiyle birlikte Uygur alfabesi bırakılarak Arap alfabesine geçilmiştir.<br />
<br />
Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra, 29 Ekim 1923’ te Cumhuriyet’i kuran<b> Ulu Önder Atatürk</b>, askeri ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yenilikler yapmıştır.<br />
Bu yeniliklerden biri de, 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla, Arap alfabesi yerine <span style="color: #999999;">Latin alfabesi</span>nin kabulü olmuştur.<br />
Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğrenilmesi ve okur yazar sayısının artırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatılmıştır.<br />
<br />
24 Kasım 1928 tarihinde açılan Millet Mekteplerinde yaşlı, genç, çocuk, kadın demeden herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir.<br />
<br />
Millet Mekteplerinin açılışı ve Atatürk’ ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan <span style="color: #ea9999;">24 Kasım günü</span>, 1981 yılından beri (<span style="color: #6fa8dc;">24 Kasım Öğretmenler Günü</span>) olarak kutlanmaktadır.<br />
<br />
Ayrıca pek çok ülkede 1994' ten beri her yıl <span style="color: #45818e;">5 Ekim günü</span> UNESCO tavsiyesiyle Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.<br />
5 Ekim günü, 1966 yılında Paris' te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü" Hükümetler arası Özel Konferansının sona erip UNESCO temsilcileri ile <b>ILO </b>tarafından “<b>Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyes</b>i” 'nin oybirliği ile kabul edilişinin yıl dönümüdür.<br />
Yazarını bilmediğimiz Bu şiir, Tüm Öğretmenlere ithaf edilir.<br />
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<div>
Yırtığımda yamam oldun dikişsiz</div>
<div>
Özünde doğruydun süssüz nakışsız</div>
<div>
Yüreğimdi yüreğin düzgün çakılsız</div>
<div>
Düz yollarda gideceğim sen gibi</div>
<div>
Aklaştı saçların bendeki kara</div>
<div>
Yürüdüm bir hayli vermedim ara</div>
<div>
Ektiğin tohumlar yeşersin daha</div>
<div>
Ben de tohum ekeceğim sen gibi</div>
<div>
Yurdumu öğrettin bayrağım başta</div>
<div>
Atamı sevdirdin, her an,her yaşta</div>
<div>
Kol kolaydık cehaletle savaşta</div>
<div>
Şimdi eğitmenim tıpkı sen gibi</div>
<div>
Yüreğim yorulmaz feyz aldım senden</div>
<div>
Ben de tutacağım çamurlu elden</div>
<div>
Dikensiz gördüğüm, dikenli gülden</div>
<div>
Demet demet dereceğim sen gibi..<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;"> <span style="color: #990000;">Tüm Öğretmenlerin Öğretmenler Günü Kutlu Olsun</span></span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-33KmyxGzakk/W_hSdb3sfjI/AAAAAAAActo/NrF-0YKujfAVRHXmrAnamc6D3lbhmM2ogCLcBGAs/s1600/Ads%25C4%25B1z.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="354" data-original-width="534" height="424" src="https://2.bp.blogspot.com/-33KmyxGzakk/W_hSdb3sfjI/AAAAAAAActo/NrF-0YKujfAVRHXmrAnamc6D3lbhmM2ogCLcBGAs/s640/Ads%25C4%25B1z.png" width="640" /></a></div>
<br /></div>
</div>
<span style="color: #ea9999; font-size: x-small;">Alıntı</span><br />
<div>
<br /></div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-84354332321872129302018-11-02T11:27:00.003+03:002018-11-02T11:40:04.373+03:00CUMHURİYET NEDİR ?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="color: #666666; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Efendiler. yarın çok geç olabilir !</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #666666; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="color: #666666; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif;">Seni yönetenleri seçtiğin bir sistem değildir sadece Cumhuriyet.</span></span><br />
<span style="color: #666666; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kocaman bir demokrasidir şimdilerde daha iyi anladığın!</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #666666; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif;">Sen seçilme hakkını koru, bir adamın lafıyla istifa etme diye..</span>
</span><br />
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: inherit;">Kimse seni </span></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">haramla </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">kandırmasın, aldatmasın, sana kimse ihanet etmesin diye</span><br />
<div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">güçtür Cumhuriyet, oydur, sandıktır namustur.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">helalle kaderciliğe itip “Uzaya gitmeye ne gerek var” diyen soytarılara karşı</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">ilimdir, bilimdir, teknolojidir Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Adalettir.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kendinden olmayana su bile vermeyenlere karşı dinin, dilin, rengin, cinsiyetin, mesleğin, soyun sopun ne olursa olsun hukuk önünde eşit olmanı sağlayandır; egemenliktir, haktır, hakkını arayabilmendir.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Seni iki bacak arasından ibaret görüp; gülme, giyme, çalışma, okuma, oynama, sokağa çıkma diyenlere verdiğin en güzel cevaptır Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bizi, Türk, Kürt, sağcı-solcu,Sünni, Alevi diye ayırıp bir vatan içinde millet olmamızı engelleyenlere karşı çimentodur Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Özgürlüktür..</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Seni cennet-cehennemle, açlıkla, hapisle, makamla korkutanlara,</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">omurgasız, korkak, namussuz, şahsiyetsiz et parçası haline getirenlere karşı inadına düşünmektir, sorgulamaktır, yazmaktır, konuşmaktır Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bağırmaktır</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Avazın çıktığı kadar hem de.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Daha kaliteli bir hayat için eleştirip, eylem yapıp, slogan atarken ‘kaliteli copları ile övünenlerin yüzüne inadına haykırmaktır, haykırabilmektir Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kul’luktan, cariyelikten, kölelikten kurtulup; vatandaşlığa, birey olmaya, şahsiyet kazanmana geçiş vizendir, güvencendir, tapundur Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Tarihtir..</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Mustafa Kemal ’dir, Nene Hatun’dur,Hasan Tahsin’dir, Kuvayi Milliyedir, Lozan’dır.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bunun içindir ki akıldır Cumhuriyet.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kimse aklınla dalga geçmesin, çakma kahramanlıkları zafer gibi sunmasın diye kocaman bir belgedir Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Mesele şapkada, eşarpta, etekte pantolonda değildir kardeşim.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Cumhuriyet çağdaşlıktır, uygarlıktır, medeniyettir.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sen istediğini giyin, istediğini tak, istediğine inan ama dini alet ettirme,</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">hem Müslüman hem laik olmayı seçmek zorunda kalma diye…</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sorumluluktur Cumhuriyet.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Vatan toprağının taşına, toprağına, ağacına, kuşuna hatta karıncasına bile zeval gelmesin diye ‘babalar gibi satarız’ diyenlere karşı çocuklarına bırakacağın en büyük mirastır Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Eğitimdir, okuldur, öğretmendir..</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Tekke zaviye özlemiyle çocukları tarikatlara, cemaatlere teslim edenlere tokat,</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">siyasi hesapların yapıldığı tarihleri hedefmiş gibi gösterenlere kocaman bir settir Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Erdemdir, fazilettir..</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sen insan gibi oku, tedavi ol, barın, korun diye…</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Gazeteci iki kuruş için gerçeklere gözünü kapatmasın, avukatlar, hakimler, savcılar korkularından kılıçlarını saklamasın, mühendisler, mimarlar iş almak için birilerini yalamasın, askerler, polisler halkına vurmasın diye…</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İlkeli olmaktır, hükümete değil devlete çalışmaktır Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Atatürk ’ü anlamaktır, korkmamaktır, cesur olmaktır.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yaşadığın dönemi ‘zulüm’ görenlere karşı geçmişle yüzleşmek ama asla geri gitmemektir.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Reformdur, inkılaptır, devrimdir Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-bottom: 1em; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Karakterindeki bağımsızlıktır, damarlarındaki asil kandır Cumhuriyet.</span></div>
<div style="color: #666666; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">***</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Cumhuriyet sensin, sahip çık!</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çünkü; belki yarın yok!..</span></div>
<div style="color: #666666; margin-top: 1em;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: xx-small;">Alıntı</span></div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-88418188553618023262018-10-18T14:01:00.000+03:002018-10-18T14:11:35.753+03:00Vurgun oldu soygun<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-y0STr-Lw7io/W8hpadmcT0I/AAAAAAAAcjk/lnCMDPkfii4Ygc4CfpDLtagIAZIwK2GagCLcBGAs/s1600/soygun2.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="453" data-original-width="540" height="536" src="https://2.bp.blogspot.com/-y0STr-Lw7io/W8hpadmcT0I/AAAAAAAAcjk/lnCMDPkfii4Ygc4CfpDLtagIAZIwK2GagCLcBGAs/s640/soygun2.png" width="640" /></a></div>
<br /></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-34694619707005725792018-10-16T19:55:00.002+03:002018-10-18T14:12:25.110+03:00Koşan At<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-AYHRQ53d5mI/W8YrvANE_CI/AAAAAAAAciE/HU5r_dNJ5PcD1-_SX6iC5sitGvqOyBnNQCLcBGAs/s1600/Ko%25C5%259Fan%2BAt_5S.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="318" data-original-width="544" height="374" src="https://1.bp.blogspot.com/-AYHRQ53d5mI/W8YrvANE_CI/AAAAAAAAciE/HU5r_dNJ5PcD1-_SX6iC5sitGvqOyBnNQCLcBGAs/s640/Ko%25C5%259Fan%2BAt_5S.gif" width="640" /></a></div>
<br /></div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-71756881347276032672017-10-18T21:26:00.002+03:002022-01-21T12:14:29.330+03:00Şovale ve Manzara<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><div style="font-size: 13.3333px; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"></div>
<div>
<div style="text-align: center;"><br /></div></div>
<span id="goog_1011556789"></span><a href="https://www.blogger.com/"></a><span id="goog_1011556790"></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-yFsFO33F7-I/WeziBT2o_iI/AAAAAAAAZcU/rOOBOuwHW2QFSbl8ZmaA6UqH8DJIGCv_ACPcBGAYYCw/s1600/Tabloyu%25C3%2587evrele_4.gif" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="744" data-original-width="584" src="https://4.bp.blogspot.com/-yFsFO33F7-I/WeziBT2o_iI/AAAAAAAAZcU/rOOBOuwHW2QFSbl8ZmaA6UqH8DJIGCv_ACPcBGAYYCw/s1600/Tabloyu%25C3%2587evrele_4.gif" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-iRBCux3ysT8/Wenx_8EG5ZI/AAAAAAAAZak/ZdS0NIXDx849kWUt4subWkPDqaBBBkvzQCLcBGAs/s1600/AlttanSayfaK%25C4%25B1v%25C4%25B1r.gif" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="744" data-original-width="584" src="https://3.bp.blogspot.com/-iRBCux3ysT8/Wenx_8EG5ZI/AAAAAAAAZak/ZdS0NIXDx849kWUt4subWkPDqaBBBkvzQCLcBGAs/s1600/AlttanSayfaK%25C4%25B1v%25C4%25B1r.gif" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-11251651821452755242017-04-08T08:28:00.001+03:002017-04-08T08:28:08.838+03:00WD-40 Nedir ve Nerelerde Kullanılır?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-dem9rHewQh8/WOh02MT69MI/AAAAAAAAXvc/TqF5du2CtzoHKNiCQGPD-VT1zr3onW-LwCLcB/s1600/WD-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://2.bp.blogspot.com/-dem9rHewQh8/WOh02MT69MI/AAAAAAAAXvc/TqF5du2CtzoHKNiCQGPD-VT1zr3onW-LwCLcB/s1600/WD-1.jpg" /></a></div>
<br />
Norm Larsen isimli bir Amerikalı, San Diago, Kaliforniya'da, taa 1953 yılında Rocket Chemical Company diye bir şirket kuruyor ve iki işçi ile paslanmayı önleyen ve havacılık ve uzay sanayii için bir yağ çözücü geliştirmeye koyuluyor. Kırk'ıncı denemeden sonra su ile yer değiştiren ( Water Displacement ) bir madde bulmayı beceriyorlar. WD-40 ismi buradan geliyor: Water Displacement - 40 ncı formül .<br />
<br />
Endüstride kullanılmaya başlamasından bir kaç yıl sonra, 1958 yılında, işçilerin bu maddeyi evlerinde kullanmak üzere gizlice eve götürdükleri fark ediliyor ve bu yürütme hareketinden alınan ilham ile firma, maddeyi basınçlı kutular içinde ev kullanımı için de satmaya başlıyor.<br />
<br />
1962 yılında, içerisinde astronot John Glenn ile dünyanın etrafını dönen Friendship VII uzay gemisi ve onu fırlatan Atlas füzesi WD-40 tabakası ile kaplanıyor. 1969 yılında ise şirket bu çok ünlü ürünü nedeni ile ismini değiştirip WD-40 yapıyor.<br />
<br />
WD-40 bugün, dünyada 187 ülkede ve haftada 1 milyon kutudan fazla satılıyor. Tek başına çalışan bir üretim uzmanı gizli içeriği birbirine katıyor. 63,000 den fazla üyesi olan bir fan klubü var.<br />
<br />
Atelyenizde bulunduracağınız hani nerdeyse olmazsa olmaz malzemelerden biridir. Dikkat edin en sıkıntılı tarafı kutunun yanında gelen ve ağzına takılan küçük kırmızı kamışın kolay kaybolmasıdır. Kamışı kaybetmemeğe dikkat etmelisiniz. Hatta alırken bile dikkat etmelisiniz ki kamış eksik, düşmüş falan olmasın.<br />
<br />
- 20,000 den fazla kullanım alanı tespit edilmiş olan bu harika maddenin kaydedilmiş en entresan kullanımlarından biri Hong Kong'da bir otobüsün süspansiyonundaki piton yılanının çıkarılması için az miktarda kullanılmış olmasıdır.<br />
<br />
- Bahçecileri, bahceli evde oturanları ilgilendirebilecek bazı kullanımlarını bende aşağıda sıralıyorum<br />
<br />
- Deri malzemeye bakım yapın WD-40 deriyi yumuşattığı için rahat kullanım imkanı sağlar.Su almaması ve parlaklığını kaybetmemesi için düzenli aralıklarla WD-40 püskürtüp yumuşak bezle parlatın.<br />
<br />
- Yeni köpeğiniz çok şeker ama her bulduğunu kemiriyor Köpekler WD-40 kokusundan nefret ediyorlar. Özellikle kablolara ve sataşmasını istemediğiniz her yere püskürtün. Makinelere, dönene hiçbir şeye yaklaşmamalılar.<br />
<br />
- Sıkışıp kalan parmakları kurtarın Parmağınız şişenin ağzına veya alyansınız parmağınıza sıkıştı. Püskürtün, sızmasını bekleyin, kaydırıp çıkarın. Elinizi, şişeyi, alyansı iyice yıkayın.<br />
<br />
- Fermuarları çalıştırın Ceket, pantalon, sırt çantası, uyku tulumu zor işleyen ne fermuar varsa, maddeyi önce kutunun kapağına sıkın, sonra suluboya fırçasıyla fermuara sürün. Kumaşa bulaşmasın. Üç- beş çalıştırın, dişler yağlansın.<br />
<br />
- Hamamböcekleri Etrafta hamamböceği var ise sürekli olarak WD-40 bulundurun. Hamamböceklerini öldüren nadir maddelerden biridir. Adı üstünde: Su ile yer değiştiriyor yani hamamböceği kuruyor. Süper<br />
<br />
- Böcekler kokusunu hiç sevmiyor. Eşiklere, pencere, kapı kenarlarına püskürtün. Etrafta küçük bebek varsa kullanmayın.<br />
<br />
- Japon bulaştı Sorun değil. WD-40 püskürtün, yapışkanlık gidene kadar ovalayın.<br />
<br />
- Ahşap saplı takımlar Saplardaki ahşap fazla kurur ise kıymıklaşır, gevrer, kötüleşir. Bolca püskürtün. Su itici olarak görev yapar, besler, canlı tutar.<br />
<br />
- Gıcırdayan tekerlekler El arabası, çocuk arabası, mangalın tekeri hiç farketmez. Püskürtün sürtünme kesilsin.<br />
<br />
- Ayakkabı lekeleri Seramik zeminde zor çıkan siyah topuk izlerini, katran lekesi, sürtünme lekelerini çok fazla ovalamadan temizleyecektir.<br />
<br />
- Kuruyan tutkal Hemen hemen her türlü yüzeye yapışıp kalmış, kurumuş tutkalı kolaylıkla çıkarabilirsiniz. Üzerine püskürtün, en az 30 saniye bekleyin nemli bezle silin.<br />
<br />
- Buzdolabının içine yapışıp kalmış yiyecekleri sabunlu su çıkarmaz ise WD-40 deneyin.Dolabı boşalttıktan sonra kirli yerlere WD-40 püskürtün. Bez veya süngerle silin.<br />
<br />
- Çay lekeleri Tezgahların üzerindeki çay lekelerini çıkarmak için püskürtün, nemli bezle silin.<br />
<br />
- Üzerinizdeki domates lekesi Bahçe işi yapıp üzerinizi kirletmeden olmaz. Domates, soslar, kan, ruj, kir, yağ, mürekkep gibi inatçı lekelere doğrudan WD -40 püskürtüp her zamanki gibi yıkayınız.<br />
<br />
- Tuvaletler içinde biriken kir ve kireç tırtularını temizlemek için elli çeşit ayrı kimyasala gerek yok. WD-40 püskürtün, bir kaç saniye bekleyin. Fırçalayıp sifonu çekin. İçerdiği çözücüler kieci ve kirleri eritecektir.<br />
<br />
- Ellerinizdeki yağlar Arabayı, çim makinesini veya çoklu dilmeyi tamir ettiniz ama eller simsiyah. Yağ içinde. Az miktarda püskürtün, birkaç saniye ovalayın. Kağıt havlu ile silip sabunlu suyla yıkayın. Kir ve yağlar akıp gider. Havluyu sobayı tutuşturmada kullanın.<br />
<br />
- Gıcık etiketler Bazıları insanı delirtir. Sabunlu su fayda etmez, tırnak kazıması fayda etmez, jilet, bıçak nafile. Üstelik çıkarayım derken etrafıda çizersiniz. Az miktarda WD-40 püskürtün, birkaç dakika bekleyin. Tutkal eriyecektir. Silin veya plastik bir parça ile kazıyın.<br />
<br />
- Karın küreğe yapışmasını önleyin Yoksa külçe gibi oluyor.Küreğe ince bir tabaka WD-40 püskürtün. Benzer şekilde kaygan olmasını istediğiniz her yere az miktarda püskürtün. Makine tablalarına, araba tekerlerine, sıkışınca rulmanlara.<br />
<br />
- Su geçirmez ayakkabılar Kışlık ayakkabı ve çizmeleri bir tabaka WD-40 ile su geçirmez yapın. Tuz lekelerini çıkarmak için de üzerlerine püskürtün ve temiz bir bezle silin.<br />
<br />
- Sıkışmış cıvatalar, bujiler Sanki bu iş için yaratılmış. Az püskürtün, bekleyin çevirin.<br />
<br />
- Kışa girmeden Bütün kilitlerinizi, paslanması muhtemel aletlerinizi bir güzel ince bir tabaka ile kaplayın. İnce kamış, kilit deliklerinden içeri yeterince WD-40 püskürtmenize imkan verecektir.<br />
<br />
- Paslanması muhtemel aletler Keser, balta, arabanızın plakası, mengene, işkence, aklınıza neresi geliyorsa. Mükemmel bir pas çözücüdür.<br />
<br />
- Damlamış yağ lekeleri Bolca püskürtün. Bol suyla yıkayın. Mükemmel bir yağ çözücüdür.<br />
<br />
- Mangalın ızgarasını yenileyin Eski ve yıpranmış mangal ızgarasını yepyeni yapmak için önce soğuk olduğundan emin olun, sonra, bol WD-40 püskürtün, birkaç saniye bekleyin ve tel fırçayla fırçalayın.<br />
<br />
- Kediniz terastaki mobilyaların, mangalın önündeki masanın, arabanızın üzerinde fazla gezip kirli ayak izleri pek göze batıyorsa, ayak izlerinin üzerine püskürtüp temiz bezle silin.<br />
<br />
- Kediniz ve köpeğinizi çiçeklerden uzak tutmak onları ezmelerini engellemek, belli alanlara çiş-kaka yapmalarına mani olmak için mevsim boyunca bir - iki kez WD-40 püskürtün. Kedive köpekler kökusundan nefret ederler.<br />
<br />
- Keza güvercinler, sincaplar, arılar, sinekler ve daha bir çok hayvan WD-40 kokusundan nefret ederler. Gelmelerini istemediğiniz alanlara püskürtün yeter.<br />
<br />
- Rengi solmuş sentetik kumaşlar Üzerine püskürtün, temiz kuru bezle silin. Alacağınız sonuca hayret edeceksiniz. Ama önce gömrünmeyen bir tarafta deneyin. Her kumaş ayrı netice verecektir.<br />
<br />
- Ayakkabı ve çizmeleri su geçirmez yapın. Tuz lekelerini çıkartmak içinde ayakkabınıza püskürtüp temiz bir bezle silin.<br />
<br />
- Paslanması muhtemel her türlü malzemeyi koruyun. Kışa girerken üzerlerine bir tabak WD-40 püskürterek korumaya alın<br />
<br />
- Arının soktuğu yerin acısını almak için üzerine püskürtün. Acısı hemen geçer.<br />
<br />
- Daha neler neler<br />
<br />
- Ama unutmayın: Aşırı kullanmayın, Ateşe, ısı kaynaklarına, elektrik akımı veya akü başlarına yakın yerlerde kullanmayın ! Doğrudan güneş ışını altına, sobanın üstüne koymayın. 50 derece üzerinde hiç bir yerde bulundurmayın. İyi havalandırılmış yerlerde kullanıp yutmayın, koklamayın. Olurda yutarsanız hemen doktor çağırın. Çok acaip tutuşur haberiniz ola :)Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-37118385192541841192017-02-25T17:51:00.001+03:002017-12-13T21:37:51.252+03:00Mermer Heykel (Gian Lorenzo Bernini)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-Z0iXMGv4vHQ/WLGYCN6B1DI/AAAAAAAAXrM/vDUV6sHauwcvb7qB1_9AkVxy71wp2eCIwCLcB/s1600/Mermer%2BHeykel_Gian%2BLorenzo%2BBernini.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://4.bp.blogspot.com/-Z0iXMGv4vHQ/WLGYCN6B1DI/AAAAAAAAXrM/vDUV6sHauwcvb7qB1_9AkVxy71wp2eCIwCLcB/s640/Mermer%2BHeykel_Gian%2BLorenzo%2BBernini.png" width="627" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
400 yılı aşkın bir süre önce yapılmış Bu mermer heykel ne da kadar gerçekçi görünüyor.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-iAtyvSJ-vy8/WLGai-LfhSI/AAAAAAAAXrc/7gDwM9GmvXkblgJWG9sKfdCktqHmaBMUgCLcB/s1600/Heykel.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-iAtyvSJ-vy8/WLGai-LfhSI/AAAAAAAAXrc/7gDwM9GmvXkblgJWG9sKfdCktqHmaBMUgCLcB/s1600/Heykel.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-85096898848555410342017-01-08T15:48:00.001+03:002018-10-18T14:17:53.164+03:0032 bit ile 64 bit arasındaki fark nedir ?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-rgGX0-Qo31E/WHI0ekbfipI/AAAAAAAAXOc/eKlRRfQ0QHQvb_BYPQYx3OrB3Ru9oLCPwCLcB/s1600/S1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://4.bp.blogspot.com/-rgGX0-Qo31E/WHI0ekbfipI/AAAAAAAAXOc/eKlRRfQ0QHQvb_BYPQYx3OrB3Ru9oLCPwCLcB/s1600/S1.jpg" /></a></div>
Günümüzde windows kullanan birçok kişi 32 ile 64 bit arasında nasıl bir fark olduğunu ya da bu terimlerin ne işe yaradığı bilmezler. Peki sizce hangi işletim sistemini satın almalısınız? 32 bit işletim sistemimi daha iyi yoksa 64 bit işletim sistemimi daha iyidir.<br />
Bu yazımızı okuduktan sonra bu konuda bir fikriniz oluşacaktır. Windows 32 bit işletim sistemlerini windows xp ve öncesine kadar satışını devam ettirdi. Xp işletim sisteminde sonra 64 bit işletim sistemine geçmeye 14 yıl aradan sonra karar verdi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-W_A5L2Gl9vw/WHI0j3UOYBI/AAAAAAAAXOg/LJ12nUNgS1sSPELqPvGlw0_FORCyPUfNQCLcB/s1600/32bit-64bit.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://2.bp.blogspot.com/-W_A5L2Gl9vw/WHI0j3UOYBI/AAAAAAAAXOg/LJ12nUNgS1sSPELqPvGlw0_FORCyPUfNQCLcB/s1600/32bit-64bit.jpg" /></a></div>
32 bitlik bir işletim sistemi işlemci tarafından kolay kaynaklardan yararlanacak şekilde üretilmiştir. 64 bitlik işletim sistemleri de aslında aynı mantıkta çalışmaktadır. Tam da bu noktada aslında tartışılası gereken konu 32 yada 64 bit değil işlemcilerdir. Bit kelimesinin anlamı bilgisayardaki en küçük veri parçasına denir.<br />
Bir işlemci bazı mantıksal devreler içermektedir. CPU aslında bilgisayarın beyni olarak nitelendirilebilir. Bilgisayarın kayıt defterinde saklanabilen bir verinin boyutu 2^32 dir diyebiliriz. Bu değerler fiziksel bellekte bulunan bellek konumlarının adresini eşlemek için kullanılmaktadır. 32 bitlik bir işlemci 1 bayt 8 bit e eşit olduğu için bir işlemci 4 bayt veri işleyebilir. Bu nedenle işlenecek verilen boyutu 4 bayttan büyükse işlemcinin kalan veriyi işlemek için başka bir döngüye ihtiyacı vardır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-yWIBPFQSo90/WHI0ow7vW3I/AAAAAAAAXOk/iVR4-mE8ED8zfDe-piQYmkqg5EvGsWAcQCLcB/s1600/S2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="293" src="https://1.bp.blogspot.com/-yWIBPFQSo90/WHI0ow7vW3I/AAAAAAAAXOk/iVR4-mE8ED8zfDe-piQYmkqg5EvGsWAcQCLcB/s400/S2.jpg" width="400" /></a></div>
Bu durumda 64 bitlik işlemci 8 bayt 'tan az ise tüm veriler tek bir gidişle işlenebilir. Veriler 8 bayt 'tan fazla olsa bile 64 bit işlemci diğerinden daha az bir sürede işlemi tamamlayacaktır. İşte 64 ve 32 bit arasındaki fark bu şekilde ifade edilmektedir. Sizde yeni bir bilgisayar yada işletim sistemi satın alacaksanız bu bilgilerden yararlanabilir yada <a href="https://www.facebook.com/teknolojidestekhatti/?hc_ref=NEWSFEED&fref=nf" target="_blank">11820 teknoloji destek hattı</a>nı arayarak 7 gün 24 saat destek yada bilgi alabilirsiniz.<br />
<br />
<b>32 Bit ve 64 Bit Arasındaki Farklar</b><br />
32 bit ve 64 bit terimleri bir bilgisayarın işlemcisinin (CPU) bilgileri işleme şekilleriyle ilgilidir. Windows’un 32 bit ve 64 bit sürümleri sırasıyla 32 bit ve 64 bit işlemciye sahip bilgisayarlar için tasarlanmıştır.<br />
<br />
Windows’un 64 bit sürümü 32 bit sürümüne nazaran daha fazla bellek kullanımına sebep olur. Bu da performansı olumsuz yönde etkiler. O yüzden bilgisayarınızın performansına göre 32 bit veya 64 bit işletim sistemi seçmenizde fayda var. Mesela sahip olduğunuz RAM 4GB ve altıysa 32 bit sistem kullanmalısınız. Eğer üstüyse 64 bit kullanmanızda bir sakınca yoktur ki bu sisteminizin performansını da olumlu yönde etkiler.<br />
<br />
Peki sisteminizin 32 bit mi yoksa 64 bit mi olduğunu nerden anlarsınız? Bunu anlamanın iki basit yolu var. Biri Denetim Masası » Sistem yolunu kullanmak. İkincisi ise Başlat » R tuş kombinasyonlarını kullanmak.<br />
<br />
Teknik açıdan 32 bit ve 64 bit farkını anlatmak gerekirse durum şöyle özetlenebilir;<br />
<br />
32 bit sistemi sadece 4GB RAM’e kadar kullanabilirsiniz. 4GB üstü RAM için 64 bit sistem kullanılmalıdır.<br />
64 bit işletim sisteminde tüm işaretçiler 8 bayt yerine 4 bayt alır. 64 bit sistemde bu da 30% performans artışına yakın bir değere karşılık gelir.<br />
4GB RAM’e sahip olsanız bile birçok 32 bit işletim sistemi, çalışan yazılımların sadece 2GB’a kadar kullanmalarına izin verir. Kalan 2GB işletim sistemi ise uygulamalar ve sürücülerle data paylaşımı için rezerve edilir.<br />
32 bit 64 bit farkını kullanıcı açısından değerlendirmek gerekirse;<br />
<br />
Uygulama hızı 64 bit de 32 bit’e göre daha hızlıdır. Uygulamanın da 64 bit desteğinin olması gerekir, pek çok kullanıcı bu hız farkına varamayabilir. Fakat bu fark sistemi rahatlatmaya yeter.<br />
Video, fotoğraf gibi büyük boyutlu dosyalarla işlem yapıyorsanız iyi bir RAM’e ihtiyacınız olacağından 32 bit yerine 64 bit sistem seçmelisiniz.<br />
Bazı donanımlar 64 bit sürücüsüne sahip değildir. Anakartın ve işlemcinin 64 bit olması yeterli olmayabilir ilave donanımlar için 64 bit sürücüsü var mı diye kontrol edilmelidir. Bunu zaten 64 bit bir işletim sistemi CD/DVD’si taktığınızda anlayabilirsiniz. Desteklemiyorsa uyarı verecektir.<br />
Yazıyı bitirmeden önce küçük bir not düşmek gerekirse bazı makalelerde 32 bit, x86 olarak da anılabilir. 64 bit işletim sistemlerindeki Program Files klasörünün yanında Program Dosyaları (x86) adında farklı bir klasörün bulunmasının nedeni de budur. Bu klasörün içinde 64 bit işletim sisteminde bulunan 32 bit destekli yazılımlar bulunur.</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-29225833154163401892016-12-21T19:01:00.002+03:002016-12-28T16:03:47.854+03:00YÜZYILIN İTİRAFI<span style="font-size: large;">ABD’li Yahudi bankacı Rockefeller’den yüz yılın itirafları.</span><br />
İşte <b>David Rockefeller</b>’in söyledikleri:<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-2PK2SMyDGSQ/WFql1ckD8SI/AAAAAAAAW_s/2U_wx7R86P04aCW0EVQq5Vvb6e_mKd-eQCLcB/s1600/Rockefeller.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://4.bp.blogspot.com/-2PK2SMyDGSQ/WFql1ckD8SI/AAAAAAAAW_s/2U_wx7R86P04aCW0EVQq5Vvb6e_mKd-eQCLcB/s320/Rockefeller.jpg" width="320" /></a><a href="https://2.bp.blogspot.com/-suADsTgHZ-8/WFql1xfEe6I/AAAAAAAAW_w/CR66AJ07ZDoi6HBloy7WiEb95LGd88KrwCLcB/s1600/son_yuzyilin_en-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="179" src="https://2.bp.blogspot.com/-suADsTgHZ-8/WFql1xfEe6I/AAAAAAAAW_w/CR66AJ07ZDoi6HBloy7WiEb95LGd88KrwCLcB/s320/son_yuzyilin_en-1.jpg" width="320" /></a></div>
<b>TÜRKİYE’YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA “MARSHALL YARDIMI” İLE EL ATTIK</b><br />
<br />
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.<br />
<br />
<b>1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI</b><br />
<br />
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.<br />
<br />
<b>BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ</b><br />
<br />
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.<br />
<br />
<b>ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI</b><br />
<br />
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.<br />
<br />
<b>TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU</b><br />
<br />
Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.<br />
<br />
<b>“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK</b><br />
<br />
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.<br />
<br />
<b>TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ… SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA</b><br />
<br />
Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;<br />
<br />
Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:<br />
<br />
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.<br />
<br />
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.<br />
<br />
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.<br />
<br />
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.<br />
<br />
<b>EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR</b><br />
<br />
Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.<br />
<br />
Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.<br />
<br />
Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.<br />
<br />
Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.<br />
<br />
<b>MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK</b><br />
<br />
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.<br />
<br />
Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.<br />
<br />
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.<br />
<br />
<b>OSMANLI’YI YIKMAK ZOR OLMADI</b><br />
<br />
“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.<br />
<br />
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.<br />
<br />
<b>HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR</b><br />
<br />
<br />
<br />
İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.<br />
<br />
<b>ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA’YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI</b><br />
<br />
Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.<br />
<br />
<b>İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ’NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU</b><br />
<br />
Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.<br />
<br />
<b>SOVYETLER BİRLİĞİ’NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ</b><br />
<br />
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.<br />
<br />
<b>ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK</b><br />
<br />
Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.<br />
<br />
<b>VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ’NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI</b><br />
<br />
Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim;<br />
<br />
Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.<br />
<br />
Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.<br />
<br />
Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.<br />
<br />
Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.<br />
<br />
Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.<br />
<br />
Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.<br />
<br />
İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.<br />
<br />
Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.<br />
<br />
1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.<br />
<br />
Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.<br />
<br />
<b>ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA’DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI</b><br />
<br />
Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.<br />
<br />
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.<br />
<br />
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.<br />
<br />
Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.<br />
<br />
Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.<br />
<br />
Brezilya’da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.<br />
<br />
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.<br />
<br />
1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.<br />
<br />
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.<br />
<br />
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.<br />
<br />
<b>BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ</b><br />
<br />
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.<br />
<br />
İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.<br />
<br />
New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.<br />
<br />
Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;<br />
<br />
<b>DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ</b><br />
<br />
“Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.<br />
<br />
<b>NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR</b><br />
<br />
Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize akıtılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.<br />
<br />
Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.<br />
<br />
İlk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu…<br />
<a href="http://biliyomuydun.com/turkiye-uzeri/" target="_blank">Alıntı</a>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7411883755040399738.post-44042213032825233902016-12-09T19:36:00.001+03:002018-10-18T14:19:18.212+03:00SATI KADIN KİMDİR<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-vYI6kZZlcqQ/WErdH-wlkMI/AAAAAAAAW-c/71boXr7DW9AcgSnw0TWxDSp-lpfE2kQEwCLcB/s1600/Sat%25C4%25B1%2BKad%25C4%25B1n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://3.bp.blogspot.com/-vYI6kZZlcqQ/WErdH-wlkMI/AAAAAAAAW-c/71boXr7DW9AcgSnw0TWxDSp-lpfE2kQEwCLcB/s640/Sat%25C4%25B1%2BKad%25C4%25B1n.jpg" width="482" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
RESİMDEKİ KADIN KİM DESEM KİMSE TANIMAZ </div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #cc0000;">SATI KADIN</span></b> DESEM HERKES TANIR</div>
<div style="text-align: center;">
-----PEKİ SATI KADIN KİM---- ?</div>
<br />
Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi.<br />
Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam'a giderken Kazan Köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti.<br />
Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, köşede duran bu yabancı konukları görünce hep beraber koşuştular.<br />
Kimi su getirdi,kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata'ya uzattı:<br />
"<i>Bir soğuk ayran içer misiniz</i>?" dedi.<br />
Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata'sı, ayranı kana kana içmiş ve bir an durakladıktan sonra ona;<br />
"<i>Senin kocan kim</i>?" diye sormuştu.<br />
Köylü kadını, yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk anası idi;<br />
Ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu :<br />
"<i>Ne zaman doğdun</i>?"<br />
"<i>1919'da Atatürk Samsun'a çıktığı zaman doğdum.</i>"<br />
Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu; tekrar sordu:<br />
"<i>Nasıl olur</i>?"<br />
Evet, nasıl olurdu. Bu Satı kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:<br />
"<i>Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!</i>"<br />
Bu espri Ata 'yı bir hayli düşündürdü.<br />
Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.<br />
Daha sonra biz, Satı kadını <b>Büyük Millet Meclisi'ne giren ilk kadın milletvekili</b> olarak görmekteyiz.</div>
Erdoğan Aslanhttp://www.blogger.com/profile/05018666158036710870noreply@blogger.com0