/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

30 Ocak 2008

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kas, ne varsa hepsinden.
Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Dervis aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Hikâye böyle...
Ama hayat da böyle...
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyecegi şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına
yapışanlar anlayacaklardır ...

Gününüz , ömrünüz güzel olsun....

18 Ocak 2008

Ulusal Bilinç

Babası öldü.
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
(Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.)
Hastalandı...
Böbreklerinden.
Vuruldu...
Göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.
Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu.
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş... Bunu anlatın.
Direnen...
Teslim olmayan ruhu anlatın.
Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar işsizlikten.
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.
Yürek dediğin...
Sadece organ değil arkadaş.
Bunu anlayın!!!

AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasını protesto ediyoruz! Ulusal bilincimizi yavaş yavaş yok etmelerine izin vermek istemiyorsanız; bu mesajı iletebileceginiz kadar iletiniz!


İzmir kurtulmuş, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler... Trene binerler ve kompartımana çekilirler. Ertesi gün, yaveri, Atatürk'ün kompartımanının kapısını çalar.
Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını yıkamaktadır.
Yaveri:
-"Paşam bu ne hal, hiç uyumadınız herhalde; niye böylesiniz", der.
-"Çocuk, kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz, kolumu yastık yaptım ağrıdı, setremi yastık yaptım üşüdüm,
uyumadım kalktım", der.
Yaveri:
- "Aman Paşam! Birimize haber vereydiniz; hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik", der.
Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap verir:
-"Geç fark ettim, hepiniz en az benim kadar yorgundunuz, hiç birinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil; milletimin rahat uyuması".

ATAMIZ SAYESİNDE NE KADAR RAHAT UYUYORUZ Kİ; HALA UYANAMADIK ?

11 Ocak 2008

Yavuz Sultan Selim'in Zerafeti

Yavuz Sultan Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra.
Sandık  açılır.  İçinden  çeşit  çeşit  değerli  taşlar,  kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar.

Fakat, sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır.

Önce,  hiç  kimse  bir  anlam  veremez, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya.

Sonra, mesele anlaşılır.

Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş.

Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor…
Cihan padişahı emir verir,

"herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı'nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız.“

Ve çözümü  yine kendisi  bulur.
Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatılır.

Sandığın içine, o zamanın en  nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir.

Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret pusula (not) iliştirilir.
Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra, Şah İsmail'e gönderilir. Sandık, Şah'ın huzurunda açılır.
Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır. Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi –Şah’ın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydıyla- büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmail'e lokumdan ikram eder.
huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar, lokumdan. Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez.

Osmanlı Elçisi, Şah'ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı pusulayı uzatır.
Pusulayı okuyan Şah'ın yüzünde, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifâdesi alır;
"İsmail, herkes yediğinden ikram eder"

03 Ocak 2008

KARŞI DEVRİMİN KRONOLOJİSİ

KARŞI DEVRİMİN KRONOLOJİSİ
____________ _________ _________ ________

CHP Dönemi

4 Şubat 1949: İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.

15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri
okutulmaya başlanması öneriliyor.

1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677
sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve
sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı.
Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.

12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde
gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.

***

DP Dönemi

29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş
inkılaplarımızı saklı tutacağız" diyerek irticaya ilk işareti veriyor.

16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.

5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.

21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin
zorunlu olmasına karar veriyor.

3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni
dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı
kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam
hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.

1953: Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları'na dönüştürüldü.

1953: Yasa değişikliği ile "siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak,
öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.

1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını
sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da
görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.

1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor:
"Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile
değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz."

Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken "ortaokullara din
dersleri konulacağını" açıklıyor.

13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.

Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir
kasaba imamı gibi bitiriyor:
"Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler
yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor:
"İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe
yapacağız."

14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı
için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL bağış yapıyor.

19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklama Menderes,
"DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa
edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını,
Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların
İstanbul'a davet edileceğini" söylüyor.

1957 - 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.

1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.

***

AP Dönemi

26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip
okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin"
müjdesini veriyor.

15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin
saldırıları sürüyor.

31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef
saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına
uygun koşullar artık bulunmamaktadır."

17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme
hakkı tanınıyor.

20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan
Süleyman Demirel tarafından atılıyor.

Aralık 1967: Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı
her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.

19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizmin maşası İslamcı yazar,
ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kâbemiz,
cihada hazır olun" sloganları ile dincileri saldırtıp o günün
tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin "kır atlı Kur'an"
dağıttığı haberleri basına yansıyor.

***

CHP- MSP / Milliyetci Cephe Dönemleri

26 Ocak 1973: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili
ile çıkıyor. (CHP- MSP Koaliyonu kuruluyor)

1974 - 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.

1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.

1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.

1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde
86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda
Süleyman Demirel oturuyor.

Kahramanmaraş 'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen
olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce
kişi de yaralanmıştı... . Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş,
Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman
Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları
söylemişti:
"Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"

12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor:
"Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere
Kur'an dersi konulmalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla
başlamıyor?"

4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi
katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!"
diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.

22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in öldürülmesi.

7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği Kudüs mitinginde yobazlar
tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet...
Şeriat gelecek... Laiklik dinsizliktir. .. Anayasa Kuran... Ya şeriat ya
ölüm... Cihada hazırız..."


12 Eylül 1980 Faşizmi

Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların
"bizim çocuklar" dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm
siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı
topyekün bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm
ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden
silindir gibi geçildi...
Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet
anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel
motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren,
10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada
"Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz" diyordu.[1]

( ERGÜN POYRAZIN - MUSANIN AKP' Sİ ADLI KİTABI - SAYFA / 71
MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERDEN DİNLEYELİM ;

O ARA BAŞBAKAN MASON BÜLENT ULUSU.
İSLAM KONFERANSINDA
TÜRKİYEYİ TEMSİLEN, BİZ İSLAM ORTAK PAZARI İSTİYORUZ DİYOR.,
GENE AYNI KONFERANSTA,İSLAM ÜLKELERİNİN ALDIĞI BİR KARARA
KATILARAK, BİZİM KANUNLARIMIZIN DA, KURAN HÜKÜMLERİNE UYGUN
HALE GETİRİLMESİNE DAİR BİR ANLAŞMAYI İMZALAMIŞ. BU BELGE
HAKKINDA BİLGİ VE BELGE GEÇMİŞTİ ELİMİZE. HALBUKİ BİZLER BÖYLE
OLMASINI İSTEDİĞİMİZ İÇİN YARGILANIYORDUK -
(ZİRA BU VAAT ŞERİAT HÜKÜMLERİNİN KABULU OLUYORDU.)

"Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasa yapıcı
yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse
kabul etmezdi." Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi
vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir
takım nedenler yoktur."[2]

Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak
bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim

kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında
1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı
olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak
hazırlandı.
12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün
oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi
tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya'ya kadar tırmanması
sağlandı.

Nitekim Özal'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik"
biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.
Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası
olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek
şunları söylemiştir:
"Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı
gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.
...Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran
kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din
eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur.
...Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan
hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."[3]

1989: TCK'nın Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163.
maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar
birer birer öldürülmeye başlandı.

28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.

4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.

6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.

24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, "İmam-Subay" başlıklı yazısından iki gün
sonra bir suikasta kurban gitti.

2 Temmuz 1993: Sıvas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir
sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, yobazlar ortalığı
kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim
adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu
çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı ortak
sloganları şunlardı:
"Zafer İslam'ın... Cuumhuriyet Sıvas'ta kuruldu, Sıvas'ta yıkılacak!..
Şeriat gelecek zulüm bitecek... Kahrolsun laiklik..."

27 Mart 1994: Yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22
ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul'daki anakent belediyelerinin
tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli
kilometre taşları olacaktı. Erbakan, "Refah iktidara gelecek. Sorun
ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız
mı? 60 milyon buna karar verecek" diyordu.

5 Nisan 1994 : Tarihli kararlarını ilan ederken Tansu Çiller,"son sosyalist devleti
de yıktık" sözleriyle Kemalizmin sosyal devlet alanında sağladığı
cılız da olsa kazanımları kastediyordu.

10 KAsım 1994: Anıtkabir'de Atatürk'e çirkin bir saldırı yapıldı.
Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz.
Kur'ana davet ediyorum." diye slogan attı.

1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere
şeriat enjekte edilecek"diyordu.

1997: Şevket Yılmaz , "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür
düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?"

Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir
kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak
beyler!"

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere içim kan
ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha
bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini
eksik etmesin."

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum.
Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997... Özal'ın halefi olan Başabakan Necmettin
Erbakan, Başbakanlık Konutun'da verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en
ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.
Laiklikliğin tanımı bile değiştirilerek, "laiklik, din özgürlüğüdür";
"din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı. Eğitim yoluyla
bu ülkede, "iktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma
götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar
yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri
taktirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de
referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye
gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip
uygulayacakları ndan, artık hiçbir kuşkumuz kalmadı.

21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi.

18 Aralık 2002: Prof Dr. Necib Hablemitoğlu' nun öldürülmesi.


Devamını sizler de biliyorsunuz.

AKP'nin İKTİDARA GETİRİLMESİ

ÖZELLEŞTİRMELER,

BORÇLARIN İKİYE KATLANMASI,

PKK terörünün azması

ve...

--------------------------------------------------------------------------------
MSN Spaces ile web günlüğünüze doğrudan e-posta gönderin. Fıkraları, fotoğrafları ve daha fazlasını karşıya yükleyin. Ücretsiz! Ücretsiz! --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
ONCELIKLE BANKSIM GRUBU UYESI ARKADAS VE HOCALARIMIZIN YENI YILINI EN ICTEN CITLENBIK DILEKLERIMIZLE CITLAR 2008 YILINDA 115 GUN KAFADAN TATIL HABERINE ISTINADEN GRUBUMUZ UYESI MISKIN KARDESLERIMIZE YEDI GOBEKTEN CIFTE CIT CITLAMA DILERIZ.
ZATEN UYUTULMUS CANIM YURDUMUZ INSANLARININ 2008 YILINDA TATIL MATIL AYAKLARI ILE AGIZ TADI ILE BILE MISKINLIK YAPAMIYACAKLARINI TESBIT EDEN MEDYA MAYMUNLARIMIZCA BIR MUJDELI HABER OLARAK SUNULMASI COK CALISKAN VE ZEKI HALKIMIZA AGIR BIR HAKARETTEN OTE BI ANLAM IFADE ETMEMESI ACISINDAN COK MANIDAR BULMAKTA OLDUGUMUZU BEYAN EDERIZ.Banksım ESEKLI POSTA Grubu. (eposta'dan Alıntı)
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---