/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

29 Ocak 2019

ARABA VAPURUNDA MÜZİK YASAK

Geçen Çarşamba günü Kadıköy-Beşiktaş seferini yapan 15:15 vapuruna bindim. Alt arka salon yolcuları arasındaydım. Vapur kalktıktan kısa bir süre sonra, üç gencin oturduğu köşeden caz notaları yükseldi.

Delikanlının biri gitar, öteki saksofon, genç kız ise mızıka çalıyordu. Ankara’nın Bağları türküsünü, başarılı bir caz yorumuyla çalıp söylemeye başladılar. Keyifle dinliyorduk.
Ansızın ızbandut gibi bir çımacı girdi içeri. Hiddetli adımlarla gençlerin yanına gidip, bir şeyler söyledi. Gençler müziği kesti, ama kütük yasakçılara da şerbetli görünüyorlardı. Gitar çalanın, “Para toplamıyoruz ki, müzik ve şarkı da mı yasak?” diye sorduğunu duydum.

Ansızın bir erkek yolcu fırladı kalktı yerinden. “Bu da mı yasak?” diye sordu, çam yarması vapur görevlisine. “Bu da mı?..” Bir başka yolcu, oturduğu yerden, “Biz şikâyetçi değiliz, canımız isterse para da veririz, sana ne?” diye bağırdı, kendisinden iki kat iri çımacıya.

***

Derken, inanılmaz bir şey oldu, itiraz eden ilk yolcu, türküyü kaldığı yerden alıp, avazı çıktığı kadar bağıra bağıra söylemeye başladı:

“Ankara’nın bağları da
Büklüm büklüm yolları
Ne zaman sarhoş oldun da
Kaldıramıyon kolları!...”

O ana kadar sessiz kalan kadınlar, erkekler, türküyü alkışlar eşliğinde, hep bir ağızdan söylemeye başlamasın mı?

Yer yerinden oynuyordu.

İçeri girerken afrından tafrından geçilmeyen çımacı, epeyce şaşkın ve ürkmüş, çıkıp gitti. Yolcuların, “Çalın çocuklar, çalın!” diye teşvik ettikleri genç müzisyenler, "Ankara ’nın Bağları" ’nı bitirip, Commandante Che Guevara ağıtına geçtiler.

Salona, dokunanı çarpacak bir öfke egemendi.

Kimi sözlerini bilmediği şarkıya “nını, nını” diye eşlik edip el çırparken, kimileri de yüksek sesle verip veriştiriyordu: “Mevlüt okusalar yasak değil tabii!”, “Suriyeli dilencilerin para toplamasına ses çıkarmazlar ama!..” nidalarıyla.

***

Bazıları gençlerin yanına gidip, “Siz istemiyorsunuz, ben veriyorum!” diye ceplerine para tıkıştırdı. Beşiktaş’a yaklaşmıştık. Enstrümanlar kılıflandı. Müzisyenlerden gitarist olanı, “Desteğinize teşekkür ederiz”dedi. “Ama şimdi zabıtayı çağırmıştır bunlar, bizi iskeleden alacaklar. Birlikte çıkalım, belki bir şansımız olur...”

Vapur iskeleye yanaşıyordu. Gerçekten de dört zabıta bekliyordu çıkışta, lumbozlardan görüyorduk. Yolcular ayağa kalkıp gençleri ortalarına alarak çıkışa doğru yürüdü.

Küçük kızının elini tutan bir baba, müzisyenlere “Sizin eli boş çıkmanız daha doğru olur” dedi. “Verin bakayım şu gitarı bana!”
Tüm gerçek cesurlar gibi, ufak tefek, kendi halinde bir adamdı. Aldı gitarı, bir elinde kızı, bir elinde agitar, ilerledi kapıya. Bir başka yolcu, saksafonu alıp astı omzuna. Genç kıza, mızıkayı cebine sokup, önden gitmesi söylendi. Eh, artık benim de bir şey yapmam gerekiyordu. Müzik üçlüsünün lideri olduğu anlaşılan gitariste yaklaşıp koluna girdim, “Sen benim oğlumsun, ben de senin annen, yürüyelim!” dedim.

***

Müzisyenler, yolcuların nasıl gergin ve her birinin yaptığı her hareketin bir karar olduğunun, pek farkında değildi. Gençliğe özgü aldırmazlıkla durumu çok eğlenceli buluyor, kıkır kıkır gülüyorlardı. Oysa onlara sahip çıkanlar, kavgayı göze almışlığın sessiz ciddiyeti içindeydiler.

Korumaya aldığımız gençlerin göremediği o vahim kararlılığı, onları bekleyen dört zabıta sezdi. Donup kaldılar. Gözlerinin içine baka baka, önlerinden geçip gittik, hep birlikte. Yola çıktığımızda, müzik aletlerini teslim alan gençler “Sağol abla, sağol abi!” cıvıltıları arasında uzaklaşırken, biz erişkinler aynı gergin sessizlik ve ciddiyet içinde dağıldık.

***

Hava kurşun gibi ağır, sevgili okurlarım. Bu ülkede, azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. Türkiye fokur fokur kaynayan bir kazan. Kapak henüz atmadı, çünkü itici gücüne henüz ulaşmadı. Bu çoğunluğa yön vermesi gereken muhalefet partileri, ne kaynayan öfkenin farkında, ne kendilerinden kesilen umutların...

Sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. Ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet partilerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basacak bir öfke selinin boğuk uğultusu büyüyor.

- Mine Gökçe Kırıkkanat,
    Cumhuriyet Gazetesi.


YABANCI ÜLKELERDE ATATÜRK


Yıl 1971...

Fırat adlı gemiyle, Amerika’nın Phıladelphia limanına 10 bin ton tütün götürmüştük.
Şehri dolaşmış gemiye dönüyorduk.
Yanımıza bir araba yaklaştı ve nereye gittiğimizi sordu.
Limana deyince bizi götürebileceğini söyledi. 3 arkadaş bindik ve geminin bordasına kadar getirdi.
Bu kibar Amerikalıyı ‘Türk kahvesi’ ikram etmek için gemiye davet ettim.
Zabitan salonuna geçtik. Kaptanımız da oradaydı.
Misafirimiz salonu inceledıkten sonra; “Bu geminin Türk gemisi olduğunu söylediniz. Ancak, salonda Atatürk resmi yok” dedi ve hemen ilave etti; “Önce Atatürk’ün resmini koymalıydınız” deyip kahveyi içmeden gemiden ayrıldı.
Hepimiz şaşırıp kalmıştık.
Karşılaştığımız olaya bir anlam veremiyorduk.
Bu olayı çok düşündüm.
Sanırım bu kibar Amerikalı, varlık nedenimiz olan Atatürk’e kayıtsız kaldığımızı düşünmüş ve tavrımızı vefasızlık olarak değerlendirerek bizi protesto etmişti.
Karşılaştığımız bu sıradışı olaya başka açıklama bulamamıştım…

Yıl 1985 ...

İzmir’e yük getiren Yunan bandralı gemide baş mühendis mide kanaması geçirdiği için hastahaneye kaldırılmış.
İşe davet ettikleri için görev aldım. Gemide tek Türk, baş mühendis olarak benim.
Bir sohbet esnasında, gemi kaptanı (adı Kosta’ydı) gümrükte fotoğraf makinesinin mühürlü kamaraya kilitlendiğini ve bu duruma çok üzüldüğünü söyledi.
Makine yanında olsaydı ne yapacaktın diye sordum.
Oğlu istediği için, Kordon’daki Atatürk Anıtı’nın resmini çekeceğini söyledi. Şaşırmıştım.
“Atatürk size tarihinizin en büyük darbesini vuran komutandı, neden onun resmini çekmeyi düşünüyorsunuz” dedim.
Şu cevabı verdi;
“Biz, emperyalizmin emrinde haksız ve işgalci olarak Anadolu’ya geldik. Uçurumdan aşağı yuvarlanırken Atatürk sizi uçurumun kenarından alıp, özgür uluslar arasına modern bir ulus olarak kattı.Bunu yaparken, insanlık tarihine ezilen ulusların kurtuluşuna örnek olan, yeni bir deneyim kazandırdı. Onlara, özgürlükleri için mücadele ederlerse kazanacaklarını öğretti. Atatürk, bu nedenle bizim için de değerlidir”.
Bu cevap nedeniyle, etkisini hayatım boyunca taşıdığım bir duygu yoğunlaşması yaşamıştım…

Yıl 1988 ...

Ekvador’un Guayaquil şehri.
Gemideki işim bitince, çevreyi tanımak için dolaşmaya çıktım.
Bir okula rastladım. okulun girişindeki alanda 5 tane büst gördüm.
Birinci büst Simon Bolivar’a aitti.
İkincisi Che Guavera,
üçüncüsü Fidel Castro,
Dördüncüsü Emiliyano Zapata
ve Beşinci büst Mustafa Kemal Atatürk’e aitti.
Büstleri inceleyip İspanyolca açıklamaları anlamaya çalışırken, öğretmen olduğunu düzgün İngilizcesi ile söyleyen bir kişi geldi.
Nereli olduğumu sordu.
Türk olduğumu söyleyince, içtenlikli bir ilgi gösterdi.
Atatürk hakkında konuşmaya başladık. Türk devrimi konusundaki bilgisi yüksekti.
Atatürk’ü, saygı duyduğu diğer 4 devrimciden ayrı tuttuğunu söyledi. “O yalnızca ülkesini kurtarıp modern bir ulus yaratmakla kalmadı, ezilen uluslara evrensel bir örnek yarattı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider bunu başaramamıştır” dedi.
O an duyduğum övünç ve mutluluğu unutmam mümkün değildir.

YIL 1999 ...

Hindistan’ın Visakapatman limanındayız.
Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkanına girdim.
Çocuklar için kısaltılmış İngilizce dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli bir kitap bulunuyordu.
Listede olmasına rağmen raflarda yoktu.
Görevliyi buldum ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim.
Görevli, okulların yeni açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını ve bir hafta sonra uğramamı söyledi.
Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım.
Bir yandan bütün kitabevi benim olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum. Dünyanın öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk kendi ülkesinde üstü örtülmüş,
Yetkili yerlere gelen kişiler Onu bu ülke gençliğine öğretmemek için her şeyi yapmışlardı.

Üzüntümün nedeni buydu…

Yıl 2003 ...

Kamerun’un Douala Limanındayız.
Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti.
Kaptan Hırvattı.
Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk resmini görünce duraladı.
Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü.
Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; “Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi”…

Yıl 2017 ...

Bangladeşin Chittgong limanındayız.
Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum.
Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık.
Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık.
Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim.
Hiç beklemediğim bir cevap verdi;
“Atatürk’ün çocuğusun yani” dedi. Heyecanlanmıştım.
Sohbeti sürdürdüm.
Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi;
“En büyük Müslüman Atatürk’tür.
Biz Bangaldeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgürlüğümüze kavuştuk.
Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz.
O sadece Türklerin değil tüm Doğu halkları için de büyük bir liderdir ….

Mehmet Ali Ergöz Hatıraları ...

26 Ocak 2019

VENEZUELA da VENEZUELA

*VENEZUELA* da *VENEZUELA*...
Şimdi bir de bu çıktı...
Neresidir burası...
*VENEZUELA* dan bize ne...
*VENEZUELA* ile bizim ne alakamız var...
*VENEZUELA* kim biz kim...
*VENEZUELA* dediğin yer taaa... Allahın ittir ettiği yerde...
Diye bakarsan, *TARİH* de sana *HAŞIRT CEZASI KESER...*
* Venezuela'nın nüfusu 30 milyon kişi…
* *Suudi* Arabistan'ın bile *265* milyar varil petrol rezervi varken,
* *Venezuela*'nın *296* milyar varil petrol rezervi var.
Varilini 55 dolardan hesapla bak ne çıkıyor…
Venezuela halkının en az Kanadalılar kadar refah olması gerekiyor, gerekiyor da...
*Bu SEFALET niye...*
Niye mi...
Bakslım yollardır
*VENEZUELA* nasıl idate ediliyor...
*Venezuela* 'da *BAŞKANLIK SİSTEMİ* var.
*Hugo Chavez 1998*'de başkan seçildi.
Yoksul ve cahil ahali, onu çok seviyordu, gıda kolisi dağıtıyor, gariban mahallelere, sağlık ocağı filan açıyor, devletin kaynaklarını sebil gibi *ÜRETİM* için değil *TÜKETİM* için kullanıyordu.
*Balık tutmayı öğretme yerine, kokmuş balık vererek HALKI KANDIRANLAR*, açlıktan nefesi kokan halkın kurtarıcısı olarak görülüyordu.
Şakkk…
*Başkan Hugo Chavez*
Anayasayı değiştirdi, dolayısıyla devletin yönetim şeklini değiştirdi.
Artık, *HALKIN* onu sevip sevmemelerinin önemi yoktu, çünkü, artık onu başkanlıktan indirmek hukuken mümkün değildi.
*HUGO*, önce *MUHALEFETİ SUSTURDU, BASINI SUSTURDU, İŞ DÜNYASINI SUSTALI MAYMUNA ÇEVİRDİ*.
Onun yönetim şekli yüzünden *1.5 milyon kişi ülkeden kaçtı*.
Nüfusun yüzde beşi ülkeden kaçarken… Twitter'dan kendisini takip eden üç milyonuncu takipçisine ev hediye ederek, kendisini alkışlatıyordu.
Kansere yakalandı. Halefi olarak, başkan yardımcısı *Maduro*'yu seçti.
Bütçe dahil, tüm yetkilerini başkan yardımcısı Maduro'ya devretti.
*Maduro* otobüs şoförüydü, lise mezunuydu, sendikacılıktan tırmanmış, *Chavez'in sağkolu* olmuştu.
“Üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi?”
diye eleştirildiğinde…
Chavez,
“ _neden olmasın_” diyordu.
_“iktidar halkındır, elitler-seçkinciler istemese de otobüs şoförü başkan olur”_
diyordu.
Chavez öldü, otobüs şoförü Maduro geçici olarak başkan oldu.
Nisan 2013'te yeniden başkanlık seçimi yapıldı, *başkanlık imkanlarını sonuna kadar kullanan Maduro, yüzde 50.6 oyla kılpayı kazandı*.
Rakibi yüzde 49.1 almıştı. *Seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama, itirazlardan netice alınamadı, çünkü, seçim kurulu, yargı, komple Maduro'nun kontrolündeydi*.
*Toplum karpuz gibi ikiye bölündü.*
Protesto gösterileri başlayınca, *halka ateş* açıldı.
Harvard mezunu *muhalefet lideri tutuklandı*.
Bizzat başkan Maduro tarafından
*“kendisinin başkanlığını kabul etmeyenlere konuşma yasağı”*
getiren yasa teklifi hazırlandı ve meclis de bu teklifi kabul etti iyi mi…
*Muhalefete kanunen konuşma yasağı getirildi.*
Başkanlık yetkilerini daha da arttıran yasalar çıkarttı.
Mesela, *petrol ve madenler konusunda meclise sormadan karar verme yetkisini kendisine aldı!*
*Yandaş medya* oluşturdu.
Şu anda Maduro haricinde hiçbir şey yazmıyorlar, televizyonlarda devamlı Maduro konuşuyor.
*Muhalif medyayı susturdu* , yayınlarını beğenmediği televizyon kanallarını kablolu kanaldan çıkardı.
*20 milyon kişiye 120 bin ton gıda kolisi dağıttı.*
Temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya düşmeye başlayınca, başkanlık bünyesinde komisyon kurdu, kıtlığın sebebinin araştırılmasını istedi.
*Yalaka komisyon* araştırdı. Ne buldular biliyor musunuz?
_“Halkımızın yüzde 95'i günde dört-beş öğün yemek yiyor, bu nedenle tüketim maddelerinde sıkıntı yaşanıyor”_
sonucunu buldular!
Kıtlığın sebebi halkın çok yemesiydi yani…
Başkanın sorumluluğu, kusuru yoktu!
2015'te parlamento seçimi yapıldı.
*Maduro* her türlü *katakulliyi* yaptı ama, hezimete uğramaktan kurtulamadı. Muhalefet ezici çoğunlukla kazandı.
Muhalefet parlamentoyu kazandı ama…
Başkan hâlâ Maduro'ydu.
*Ordu, polis ve yargının* tamamı *Maduro* 'nun elindeydi.
Hükümeti de hâlâ o kuruyordu.
Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet, 2019'da yapılması gereken başkanlık seçimlerinin öne çekilmesi için, erken seçim talebinde bulundu. Tabii ki başkan reddetti!
Bunun üzerine, erken seçime gidilmesi konusunda referandum yapılması için anayasal süreç başlatıldı. Anayasaya göre, referanduma gidilmesi için seçmenin yüzde 20'sinden imza toplanması gerekiyordu. Dört milyon imza toplandı.
Amaaa... Nafile… Başkanın emrindeki seçim kurulu, imzaları kabul etmedi, referandum meferandum yapamazsınız dedi, kesti attı!
Muhalefet bir başka yol aradı, meclisten, Maduro'nun başkanlıktan azledilmesini talep eden karar çıkarıldı.
Gel gör ki… Tüm üyeleri Maduro tarafından seçilen Anayasa Mahkemesi bu kararı reddetti.
Meclisin azil talebinin anayasaya aykırı olduğu açıklandı!
Bunlar yetmezmiş gibi, *Aragua eyaletinin valisini* (artık nasıl bir işişkileri varsa), kendisine başkan yardımcısı yaptı.
Bu herif “ *uyuşturucu baronu*” olarak tanınıyor!
Eğer Maduro da Chavez gibi ölürse, 2019'a kadar ülkeyi bu arkadaş yönetecek.
*Netice?*
Şu anda Venezuela'da
* Enflasyon yüzde 16.000…
* Alışverişlerde kredi kartı geçmiyor, mağazalar kabul etmiyor.
* Hükümet devalüasyonla eriyen banknotları tedavülden kaldırıp, yerine yenilerini sürmek istedi, para basmak için bile para bulamadı!
* Asgari ücrete güya yüzde 50 zam yapıldı, 40 bin bolivar oldu, 40 bin bolivar ne ediyor biliyor musunuz, 15 dolar ediyor!
* Et, un, şeker, pirinç, süt karaborsa satılıyor, ekmek için bile kuyruk var, marketler saldırıya uğruyor, yağmalanıyor.
* Hal böyleyken, zengin daha da zengin oldu.
Bir hamburger 170 dolara satılıyor, alıcı buluyor!
* Eczane rafları boşaldı, ilaç sıkıntısı var, sağlık sistemi çöktü, ameliyat malzemesi yok, yenidoğan bebek ölümleri rekor seviyeye ulaştı.

* İthalat bıçak gibi kesildi, alt tarafı diş macunu almak isteyen, normal fiyatının yüz misli ödemek zorunda kalıyor.
* Günde 18 saate varan elektrik kesintileri yapılıyor, yeterli elektrik üretilemediği için, kamu kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve salı çalışıyor, özel sektör haftalık izin gününü üçe çıkardı.
* Şehirlerde günde sekiz saat su kesintisi yapılıyor, her gün…
* Fuhuş patladı.
* Suç patladı, her 21 dakikada bir cinayet işleniyor.
* Her sene 17 bin adam kaçırma olayı, fidye rapor ediliyor.
* Gasp öyle hale geldi ki, insanlar cep telefonuyla anca evlerinde konuşuyor, sokağa çıkarken yanına almıyor.
* Sosyal hayat durdu, sinema yok, tiyatro yok, konser yok, hava kararınca şehirler ıssızlaşıyor.
* Karayolları, limanlar ve havalimanları ordu kontrolünde tutuluyor.
*Moduro VENEZUELLA*'nın taaa *içine etti.*
Amaaa...
*Başkan hâlâ başkan.*
*YAŞASINNN... BAŞKANLIK SİSTEMİ*...

Alıntı

14 Ocak 2019

ATATÜRK VE MU KITASI..

-Atatürk ve MU kıtası...
-Anadolu'ya yerleşen ilk ışık insanları...
-13.000 (on üç bin yıl) önceye ışık tutan göbeklitepe kazıları...
-13.ooo yıl önce insanoğlunun "avcılık ve toplayıcılık zamanında" **Türk gelenek ve göreneklerine ait izlerin Anadolu'da rastlanması. ..
-Hristiyan ve yahudilerin yazdığı tarihte Türklerin Anadolu'ya 1071 Malazgirt zaferi ile geldikleri konusunda ısrar etmeleri...
-Buzulların erimeye başlamasıyla Sibirya da da Türklere ait insan izleri bulmaları
-Atatürk'ün iş bankasındaki hisselerinin gelirini Türk dil kurumu ile Türk tarih kurumuna bağışlaması ( en son hisselere el koydular mı bilmiyorum)
-Cumhuriyet, Atatürk ve Türk'e düşman olanların Türk adını kaldırmak için özel çaba sarf etmeleri...
-Hiç bir ırkın soyu bu kadar eskiye dayanmazken Türk soyu neden bu kadar eskiye dayanıyor? 
-Böyle bir soyun devamıyız ey Türk, oku geçmişini bil, geleceğe bilerek güvenle bak!..
(Bilimsel araştırmadır ve devam etmektedir.

Yıl 1878'di..
Afyon'a bağlı Beyköy'de bir tarlada 10 metre uzunluğunda kireç taşından yapılmış bir yazıt bulundu..
Üzerinde bir takım şekiller vardı..
Köylüler taşa bir anlam veremedi..
Köy heyeti taşın yeni yapılan caminin temelinde kullanılmasını kararlaştırdı..
Bölgede kazı yapan Fransız arkeolog George Perrot buna karşı çıksa da, köylülere derdini anlatamadı..
Bunun üzerine arkeolog Perrot, taş temele atılmadan üzerindeki şekilleri bir kağıda tek tek çizdi..
Sonra ülkesine döndü...
*. *. *
Aradan 134 yıl geçti..
2012 yılında İngiliz antik çağ tarihçisi James Mellaart öldüğünde özel arşivinin arasında Fransız arkeolog Perrot'un Afyon'da taştan kopya ettiği metin de çıktı..
Melleart'ın oğlu metnin kopyasını İsveçli tarihçi Dr. Eberhard Zangger'e verdi.
Zangger İsveçli ve Hollandalılar'dan oluşan 20 kişilik bir bilim insanı grubuyla bu yazıları çözmeye çalıştı..
Yıllar süren uğraşlardan sonra yazılar çözüldü..
Bronz Çağından kalmaydı..
3 bin 200 yıllıktı..
Anadolu'da Hititler'den önce yaşayan Luviler'e aitti..
Luviler, çok araştırmacı ve akademisyene göre Truva'ya denizden gelen ışık insanlarıydı..
Anadolu'nun ilk halkıydı..
*. *. *
Luviler kendilerine MA halkı diyordu..
MA, battığına inanılan MU kıtasının başka bir ismiydi..
Bir çok tarihçi Luviler'in MU kıtası battıktan sonra deniz yoluyla Anadolu'ya geldiğini savundu..
Bu görüşe katılan Mustafa Kemal Atatürk de, Anadolu'nun köklerini MU kıtasında aradı ve bu konuda araştırmalar yaptı..
*. *. *
Luvi ışık demekti..
Bir çok dile buradan geçti..
Hititçe'de Lukka, Latince'de Lux, İngilizce'de Light, İtalyanca'da Lure, İspanyolca'da Luz, Almanca'da licht ve niceleri..
Işık insanları silahsız bir dine inanıyordu..
Onlarda yaratan ve yaratılan yoktu..
Yaratılmışların bütünü yaratanın kendisiydi.
İkilik küfürdü..
En büyük en küçükteydi..
İnsanın özü ruhuydu
Ruh ışıktı ve ölümsüzdü.
Luviler'de bilgi en önemli değerdi..
Dinlerini, dünya görüşlerini bilgi seviyesi yüksek insanlarla paylaşırlardı..
Düşüncelerini sembollerle anlatırlardı..
Bu yüzden hep azınlıkta kaldılar ve Anadolu'ya kendilerinden sonra gelen halklar tarafından ezildiler..
*. *. *
Hititler Anadolu'ya geldiklerinde tanıştıkları Luviler'e, komşu halk anlamına gelen "A-Luvi" dediler..
İnançlarının, geleneklerinin Aleviler'e çok benzer olması yıllardır tarihçileri düşündürürür..
Alevi sözü acaba "A-Luvi"den mi gelmektedir?.
Baksanıza Yunus Emre ne diyor?
“Dört kitabın manasın okudum hâsıl ettim..
Işığa gelince gördüm bir uzun hece imiş”.
“Oruç namaz gusülü hac hicaptır aşıklara
aşk ondan münehhez halis heves içinde..
ey aşıklar ey aşıklar ışık mezhebi dindir bana."
*. *. *
Afyon'da 1878 yılında bulunan taş yazıtın çözümüne başta İngiliz İndepented Gazetesi olmak üzere bir çok Avrupa medya organı geniş yer verdi..
Yazıtın deşifre edilmiş tam metni ve araştırma Aralık ayında 'Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society' dergisinde yayınlanacak.
Fransız, İngiliz, İsveç, Hollandalı bilim insanları şimdi bu konuda yoğun çalışma içinde..
Anadolu'nun köklerini araştırıyorlar..
Peki biz Anadolu'da yaşayanlar ne yapıyoruz?

Alıntı