/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

19 Mayıs 2012

YA MAZHAR OSMAN SÖYLERSE...


Haberler - Rifat Serdaroğlu
18 Mayıs 2012


Profesör Dr Mazhar Osman, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli tıp adamlarımızdandır. Askeri Tıbbiye-i Şahaneden mezun olduktan sonra Almanya’da Alzheimer, Spıelmayer, Spatz, Jacob, Cerletti gibi ünlü doktorların yanında eğitim almış, ülkeye dönünce Gülhane’de Dr Raşit Tahsin’in kürsüsünde asistan olarak çalışmış sonra da kürsü başkanı olmuştur.
1.Dünya Savaşından sonra, asistanları olan Şükrü Hazım Tiner-İhsan Şükrü Aksel- Abdülkadir Cahit- Fahrettin Kerim Gökay’ı yurtdışına, ünlü doktorların yanına eğitim almaları için, ücretlerini kendisi ödeyerek göndermiştir.
Dr. Refik Saydam’ın büyük yardımlarıyla, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesini kurmuştur. Türk Milletine hizmet etmiş bu değerli doktorları rahmet ve minnetle anıyorum…


Mazhar Osman ve zamanın Başbakanı Adnan Menderes iyi dosttular. Menderes fırsat buldukça doktoru ziyaret eder, hem ülke meselelerini konuşurlar, hem de sohbet ederlerdi. Bir sohbet anında Menderes, Mazhar Osman’a gülerek; “Sen delisin” der.
Mazhar Osman; “Sayın Başvekil, sizin bana deli demeniz hiçbir şey ifade etmez, ama ben size ‘deli’ dersem, ne Başvekilliğiniz kalır, ne de hürriyetiniz…”


Bu gerçek olayı değerli dostum Sayın Evrensel Erdoğan’ın hatırlatmasıyla, Türkiyeli Başbakan Erdoğan ve S&P adlı derecelendirme kuruluşu arasındaki tartışmayı hatırlattığı için yazdım.


S&P, Türkiye’nin not görünümünü “durağan”a çevirince, Erdoğan’ın “nevri” dönmüş ve o sinirle ağzına geleni söylemiş ve “bunu herkese yutturabilirsiniz ama, Tayyip Erdoğan’a yutturamazsınız” demişti. Hatta Erdoğan’ın “baş düzelticisi” Hüseyin Çelik; “Biz kül yutmayız, mangal boynumuzda asılıdır” diyerek, Erdoğan’ı bir kez daha düzeltmeye çalışmıştı…


S&P Yetkilileri Çarşamba günü Türkiye’de bir basın toplantısı yaparak, “Keyfin bilir kardeş” anlamına gelen sözler söylediler…


S&P Türkiye Müdürü Zeynep Holmes; “Türkiye ile derecelendirme konusunda kontratımız devam ediyor. Türkiye istediği zaman bunu iptal edebilir, Türkiye’den özür dilemeyi düşünmüyoruz” dedi…


S&P Türkiye Baş Analisti Zhang; “Türkiye ihraç ettiği her 100 Dolara karşı, 140 Dolarlık ithalat yapıyor. Kısa vadede borçlanma sıkıntıları çok tehdit edici. Cari açığın finanse edilmesi, not açısından çok önemlidir. Türkiye borçlarını kısa vadeli borçlarla çevirmeye çalışıyor, dünyada yaşanan sorunlar bu düzeni bozabilir” dedi…


Biz bunları iki yıldır söylüyoruz. Türkiyeli Başbakan Erdoğan bizim sözlerimizi dinlemedi. Kendi bileceği iştir. Fakat S&P gibi Derecelendirme Kuruluşları bunları söylemeye başlarlar ve devam ettirirlerse, aynen Mazhar Osman’ın rahmetli Menderes’e dediği gibi “ne Başbakanlık, ne Eşbaşkanlık, ne de özgürlük” kalır…


S&P adlı kuruluşun dediklerini Başbakan Erdoğan’ın anlayabileceği şekilde örnekleyerek anlatarak, son uyarı görevimizi yerine getirelim;


Bildiğiniz gibi Türkiyeli Başbakan Erdoğan, “Sucukçu” olduğunu kendisi söylemişti. Örneğimizi sucuk üstünden verelim ki, civanım delikanlım şıp diye anlasın;


Kasaptan 140 kilo kemiksiz et alıyorsunuz. İçine baharatını, iç yağını, tuzunu,sarımsağını koyup kıyma makinesinde iki-üç kez çekip, dolduruyorsunuz. Elde ettiğiniz sucukları bir tartıyorsunuz, aha o da ne?
Sucuklar tam tamına 100 kilo çekiyor!..
140 kilo kemiksiz et ve katkı maddelerinden 100 kilo sucuk çıkarma becerisini gösteren “Usta” kara, kara olasılıkları düşünmeye başlıyor;
1) Ya, kasap bizi kazıklıyor,
2) Ya biz bu işi bilmiyoruz,
3) Ya da, dükkanın içinden birileri hırsızlık yapıp, malı götürüyor…
Kasaba borcunu ödemek için, kısa vadeli borç almaya başlıyor. Arabistan’daki dostlardan, Kuzey Irak’taki kara para tüccarlarından, tefecilerden borçlanmaya başlıyor.
Sıkıştıkça, hem aldığı borcun faizi yükseliyor hem de vadesi kısalmaya başlıyor.
Delik büyük, yama küçük olunca bizim sucukçu kendini bu acımasız “borç sarmalına” kaptırıyor. Çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınmaya başlıyor…


İşte S&P adlı kuruluşun analistlerinin dedikleri bunlar. İster ders alırsınız, ister bildiğiniz gibi devam edersiniz. Nasıl olsa “Milli İrade” sizsiniz. İster asarsınız, ister kesersiniz…

07 Mayıs 2012

Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası-SİNASOS



Daha Büyük Görüntüle
 NOT:Makalede adı geçen albüm resimleri..

Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası
Kapadokya’ya gelenler, “Güzel Atlar Ülkesi” ‘ nin uyuyan güzeli Sinasos’un sokaklarında gezerken büyülenirler. Kim bilir hangi ellerin nice sevinçlerle, kederlerle dokunduğu kapı tokmaklarına dokunurlar. Kasabanın oya gibi işlenmiş taşları, konakları gözlerini alır; ortamın doğal atmosferi alır götürür onları; masalların yaşanmışlıklarla, gerçeğin düşlerle harmanlandığı diyarlara... Kimseler bilmez, kendi halinde sessizce var olan bu hazinenin masal içindeki masalını:
Bugün Mustafapaşa adını almış olan Sinasos, 1920'li yıllara kadar halkının çoğunluğu Rumlardan oluşan, üç bin nüfuslu bir Kapadokya kasabasıydı.  Kasaba, kendine özgü mimarisi, eğitimli ve yetenekli insanlarıyla "Doğu'nun incisi" olarak anılırdı. 1924 yılında uygulanan Türk-Yunan nüfus mübadelesiyle kasabalarını terk etmek zorunda kalan Rumlar, kasabalarından ayrılmadan önce, Mübadeleye tabi tutulan başka hiçbir yerde örneği görülmeyen bir şey yaptılar: İki fotoğrafçı tutup kasabalarının fotoğraflarını çektirdiler. Ve bunları bir albümde bir araya getirerek ölümsüzleştirdiler.
Konaklar, kiliseler, okullar, köprü ve çeşmelerin yer aldığı bu albüm, gündelik hayattan görüntüleri, eğlenceleri, yerel kıyafetleri ve Sinasos toplumunun çeşitli simalarını da yansıtıyordu.

1924'te hazırlanan "Doğu'nun İncisi Sinasos" albümünün fikir babası Serafim Rizos anlatıyor:
 Köyümüzün fotoğraflarının çekilmesi... Programımızda böyle bir proje yoktu. Gündelik sorunlarla öylesine meşgul ve maddi kaynaklar açısından öylesine dardaydık ki, böyle bir lükse ilişkin herhangi bir teklifim hemen reddedilecekti.   Konuyu Komite Başkanı rahmetli kardeşim Rizos'a açmayı düşündüm. Çekimin önemini anlattım ve bana hak verdi.  Harcamalarda sıkı davranmamı önererek, diğer Komite üyelerini bu iş için bir ödenek ayırmaya ikna etmeyi üstlendi.
Gerçekten de fotoğraf çekimleri için 20 Türk liralık bir kaynak tahsis edildi. Ancak 20 lirayla ne yapılabilirdi? Kastro'da (Ürgüp) bankerlik yapan iyi kalpli Pandazidis Kardeşlerin çocukları, İosif'in oğlu Anastasis Pandazis ile İlia'nin oğlu İsaak Pandazis'in bir fotoğraf makinelerinin olduğunu duymuştum. Onları bularak, 20 lira karşılığında ve belirli bir zaman aralığı içinde -1 Haziran 1924'ten ay sonuna kadar- köyün farklı bölgelerini birlikte dolaşmak ve işaret edeceğim her şeyin fotoğrafını çekmek üzere anlaştım.
Benim istediklerimin dışında başka evlerin de fotoğraflarını çektiklerinde, ücretlerini ev sahiplerinden alacaklardı. Bütün bunlara, dost Pandazidislerin isteğiyle, ücret talep etmeden çektikleri Kastro'nun iki kilisesi: Ayios Vasilios ve Osios İoannis ile Kastro'nun Hıristiyan mahalleleri eklendi. Bir ay içinde, Gorgoli ya da Calela gibi yerlere bazen yayan bazen de at sırtında giderek yetiştirebildiğimiz kadarını çektik. O zamanlar çok sayıda olan asker kaçaklarından çekindiğimiz için, Timios Stavros, Çamarça ve Davlama'ya gidemedik.
Bütün bu fotoğrafların plakalarını, bu malzemeyle bir Sinasos albümü hazırlanması önerisi ve ricasıyla, İstanbul üzerinden Yunanistan'a giderken karşılaştığım İstanbul temsilciliğimize verdim. Temsilcilik bu önerimi büyük bir coşkuyla kabul etti ve bu işi şimdi hayatta olmayan Doktor İoannis Arhelaos üstlendi.
Albümün Demotiki (halk dili) ile yazılmasını rica ettim, onlar da bu ricamı yerine getireceklerine söz verdiler. Böylece göçmenlik dalgasıyla sürüklenerek Yunanistan'a gittim.
Bir gün, Nea İonia'daki Podarades'te, çalıştığım halı fabrikasına postayla ağır bir paket geldi. İçinden, kayalara oyulmuş evleriyle  sakinleri ile kadersiz köyümüzün, tarihinin yegane hatırası, "Doğu'nun İncisi" albümü çıktı.
Evengelia Balta’nın bu eşsiz eserini ne zaman okusam, beni bir hüzün kaplar, ”Neden bizim dedelerimiz böyle bir şey yapmadılar, yapamadılar.” diye üzülürüm.
Sinasos’tan göç eden Rumların torunları ellerinde bu albümle gelip, “Bu dedemin evi…” dediklerinde, Dedemin köyünde evini ararken ki koşuşturmalarım aklıma geliyor. Çeşmenin yanındaki ev mi…  caminin yanındaki ev mi...?