/* BURADAN */ /* BURAYA */

Sayfalar

20 Aralık 2013

BABA-OĞUL MALI GÖTÜRÜRKEN SENSİN O BAKAN!


Baba-oğul malı götürürlerken...
Sensin o Bakan!

*

Senelerdir gözünün önünde olup bitmiyor mu herşey? Sen değil misin görmek istemeyen... Bakan?

*

Bunların çocuklarının ticaret dehası olduğunu bilmiyor musun? Kimisi armatör, kimisi holding sahibi, kimisi müteahhit olmadı mı? Henüz ilkokuldayken şirket kurmadılar mı? Sen değil miydin seyreden... Bakan?

*

Gariban muhitlerinde, hatta ruhsatsız gecekondularda otururlarken, köşeyi dönmediler mi? Vatandaşa SİT’tir derken, kendilerine villa sit’esi inşa etmediler mi? Pırlantanın kadevesi sıfırken, tezeğin yüzde 18 değil mi? Kaç tanesi hakkında yolsuzluktan
gensoru verildi, kimler reddetti? Sen değil misin birader, bu kepazelikleri hiç merak etmeyen, umursamayan, adeta trene bakar gibi... Bakan?

*
Aziz vatanın bütün tersanelerine girildiğinde gıkını çıkarmadın... Dersanelerine girildiğinde mi huylandın? Bunların ciğerini bilen Abdüllatif Şener, televizyon ekranlarında bangır bangır, soygunlar ayyuka çıktı, işin içinde rant olmasa bunlar bir kilometre asfalt bile yapmaz diye bağırmıyor mu? Wikileaks’teki akçeli işlerini
okumadın mı? Keriz Feneri’nin üstü örtülmedi mi? Almanya dolandırıcıları yargılarken, bu memlekette savcıları yargılamadılar mı? Sanık yapılan savcı, açık açık, zekât hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, hem altındaki figüranları koruyor, hem
kendisine ulaşılmasını engelliyor, ben bu güce Hırsızların İmparatoru diyorum, demedi mi? Sen değil misin, hiç oralı olmayan, neme lazım diyerek, suratını çevirip başka
tarafa... Bakan?

*

Yollarına çıkan, tekerlerine çomak sokan dürüst bürokratları harcamadılar mı? İtiraz edeni yok etmediler mi? Yan bakan’ı oyarız dedikleri için, sen değil miydin suspus kalan, sana dokunulmasın diye yalvararak... Bakan?

*

Namuslu gazeteciler hapse tıkılırken, işten atılırken, mahkemelerde süründürülürken, tehdit edilirken... Mesleğin yüzkaraları ekran gülü olmadı mı? Rezaletleri ak’lamak için her türlü yalanı söylemediler mi? Sen değil misin, kuzu gibi dinleyen, bunların iki
dudağının arasına... Bakan?

*
Gören’leri tenzih ederim.

*
Niye şimdi şaşmış gibi yapıyorsun?
Sülalece malı götürürlerken...
Sen değil miydin o Bakan?

05 Aralık 2013

SOYGUN


SOYGUN

Bu millet uykuya alıştı sanma
Sen geldin geleli, baygın sayılır.
On yılın sonunda kudurdun amma,
Yaptığın düpedüz soygun sayılır.

Yalan söylüyorsun göz göre göre,
Yorganı yakacak büyüttüğün pire.
Allah'ın yazdığı kitaba göre,
Aldığın her nefes haram sayılır.

Muhtaç ettin milleti bir ton kömüre,
Yazık Mevla'nın sana bahşettiği ömüre,
Ne kazandın ki milletin dinini sömüre sömüre,
Burada kazandığın bil ki ahirette zul sayılır...

Ne kadar zulmetsen eyvallahımız yok sana,
Ye bakalım şimdilik ye kana kana,
Hazırlan şimdiden gideceğin mekana,
Cehennem yanında Cennet sayılır.

Atatürk demişti onuncu yıl nutkunda,
Demek ki görmüş seni soysuzların ufkunda,
Artık uyanıyor millet her şeyin farkında,
Senin de defterin dürülmüş sayılır.




ANAYASSO



Anayasso

Gul, gurban olduğum Hökümet Baba! 
Baa bir alfabe veremez miydin? 

Gara dağlar gar altında galanda 
Ben gülmezem 
Dil bilmezem 
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem 
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov? 

Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde 
Ben fakiro, 
Ben hakiro 
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro 
Gurban olam bu ne işdir hooy babooov! 

Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu 
Parasizo, 
Çaresizo 
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo 
Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov! 

Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler 
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler 
Hökümata arz eylesem azarlar 
Ben ketimo 
Ben hetimo 
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov? 

Şavata'tan Angara'ya ses getmiir 
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir 
Malımız yoh 
Yolumuz yoh 
Angara'ya ses verecek dilimiz yoh 
Ganadımız, golumuz yoh 
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov? 

Yerin, yurdun adresesin bilmirem 
Angara'da: Anayasso! 
Ellerinden öpiy Hasso 
Yap bize de iltimaso 
Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov?

Şemsi Belli

BİR ANNENİN OĞLUNA YAZDIĞI İBRETLİK BİR MEKTUP



 Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu. Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.

  Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

   İlk okulda iken bir gün annem bana "merhaba" demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. 
   Bunu bana nasıl yapabilirdi.? Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım... 
   Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, "..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!" Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı. O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim. 
   Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki: -"Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!.." 
  Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...       
      Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi... 
   Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur'a okumaya gittim. Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım. 
   Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum... Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.
    Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonra da güldüler. "Babaanneniz" diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona: -"Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!" Dedim 
   Bu çıkışıma annem kısık bir sesle: -"Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!" Dedi ve çıktı-gitti...
  Aradan yine uzun bir zaman geçmişti. Bir gün "mezunlar toplantısı" için okulumdan bir mektup aldım. Karıma; "..iş seyahatine gidiyorum" diye bahane uydurdum. Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.'Sadece meraktan' eski evime gittim. Eski komşularımıza sorduğumda, "annemin öldüğünü" söylediler. 
  Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim. Ben şaşkınca beklerken, "bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını" söylediler. Açtım ve okumaya başladım:
  _En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm. Singapur'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm... Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim. Ama; "seni görmek için yataktan kalkabilir miyim" diye çok düşündüm... Seni büyütürken, 'tek gözümle' sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm... biliyormusun biricik oğlum. .? Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım... Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım. İşte ,şimdi o yeri boş olan gözüm var ya , onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. "O gözle, biricik oğlum görüyor ya..." diye çok mutlu oluyordum . ana yüreği ya oğul, sana 'sen benim gözümle görüyorsun ' diyemedim .. Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu. Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun... Bütün sevgilerimle... Annen.
   Sadece 1 Anneniz Var.  Annenizi Üzmeyin.
Facebook'tan Alıntı

27 Kasım 2013

HİSLER AYNASI

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış..

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş... Ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş...

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.....

Ranga Guru ise;

- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış... Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış...

Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, firçalar da, boyalar da kullanılmamış... Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

Ranga Guru ise;

Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün...

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı...

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi...

Sevgili Raciçi mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur..

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.

15 Haziran 2013

Şeyh Edebali ' nin Damadı Osman Beye Öğütleri Bu gün de gerçerli


Sev­gi­li okur­la­rım,
Bu­gün bir­den­bi­re ak­lı­ma, Şeyh Ede­ba­li­’nin Os­man Be­y’­e yaz­dı­ğı o meş­hur na­si­hat gel­di. Zi­ra bü­yük İs­lam ila­hi­yat­çı­sı, din bil­gi­ni, Ahi Şey­hi, İn­san-ı Ka­mil ve bir an­lam­da Os­man­lı Dev­le­ti­’nin fi­kir ba­ba­sı olan Şeyh Ede­ba­li­’nin, da­ma­dı Os­man Be­y’­e yaz­dı­ğı na­si­hat, bir ib­ret der­si ni­te­li­ğin­de.
Bu­gün bu na­si­hat­ten ba­zı bö­lüm­le­ri siz­ler­le pay­la­şı­yo­rum.
Çün­kü Şeyh Ede­ba­li­’nin çok an­lam­lı söz­le­ri­ni, ben­li­ği­ni ki­bir ve ik­ti­dar sar­hoş­lu­ğu­na tes­lim eden­le­re ha­tır­lat­mak is­ti­yo­rum.
Na­si­hat “Ey Oğul!” di­ye baş­lı­yor.
Ben “Ey Oğu­l”­u çı­ka­rıp ye­ri­ne “Ey Tay­yip Er­do­ğan!” yaz­dım.
Ha­tır­lat­mak biz­den, bü­yük bil­ge­nin na­si­ha­ti­ne ku­lak ve­rip ver­me­mek on­lar­dan!..
“Ey Tay­yip Er­do­ğan,
Bey­sin! Bun­dan son­ra öf­ke bi­ze; uy­sal­lık sa­na… Gü­ce­nik­lik bi­ze; gö­nül al­mak sa­na… Suç­la­mak bi­ze; kat­lan­mak sa­na… Aciz­lik bi­ze, ya­nıl­gı bi­ze; hoş gör­mek sa­na… Ge­çim­siz­lik­ler, ça­tış­ma­lar, uyum­suz­luk­lar, an­laş­maz­lık­lar bi­ze; ada­let sa­na… Kö­tü göz, şom ağız, hak­sız yo­rum bi­ze; ba­ğış­la­ma sa­na… Bun­dan son­ra böl­mek bi­ze; bü­tün­le­mek sa­na… Üşen­geç­lik bi­ze; uyar­mak, gay­ret­len­dir­mek, şe­kil­len­dir­mek sa­na…
Ey Er­do­ğan!
Güç­lü, kuv­vet­li ve ke­lam­lı­sın. Ama bun­la­rı ne­re­de ve na­sıl kul­la­na­ca­ğı­nı bil­mez­sen, sa­bah rüz­gar­la­rın­da sav­ru­lur gi­der­sin. Öf­ken ve nef­sin bir olup ak­lı­nı mağ­lup eder. Bu­nun için dai­ma sa­bır­lı, se­bat­kar ve ira­de­ne sa­hip ola­sın!.. Sa­bır çok önem­li­dir. Vak­tin­den ön­ce çi­çek aç­maz. Ham ar­mut yen­mez; yen­se bi­le bağ­rın­da ka­lır. Bil­gi­siz kı­lıç da tıp­kı ham ar­mut gi­bi­dir. Mil­le­tin, ken­di ir­fa­nın için­de ya­şa­sın. Ona sırt çe­vir­me. Her za­man duy var­lı­ğı­nı. Top­lu­mu yö­ne­ten de, di­ri tu­tan da bu ir­fan­dır.
İn­san­lar var­dır, şa­fak vak­tin­de do­ğar, ak­şam eza­nın­da ölür­ler. Dün­ya, se­nin göz­le­ri­nin gör­dü­ğü gi­bi bü­yük de­ğil­dir. Bü­tün fet­he­dil­me­miş giz­li­lik­ler, bi­lin­me­yen­ler, an­cak se­nin fa­zi­let ve ada­le­tin­le gün ışı­ğı­na çı­ka­cak­tır. Ana­nı ve ata­nı say! Bil ki be­re­ket, bü­yük­ler­le be­ra­ber­dir. Bu dün­ya­da inan­cı­nı kay­be­der­sen, ye­şil­ken ço­rak olur, çöl­le­re dö­ner­sin. Açık söz­lü ol! Her sö­zü üs­tü­ne al­ma! Gör­dün, söy­le­me; bil­din de­me! Se­vil­di­ğin ye­re sık gi­dip gel­me; mu­hab­bet ve iti­ba­rın ze­de­le­nir!..
Şu üç ki­şi­ye acı; ca­hil­ler ara­sın­da­ki ali­me, zen­gin iken fa­kir dü­şe­ne ve ha­tır­lı iken, iti­ba­rı­nı kay­be­de­ne!..
Unut­ma ki, yük­sek­te yer tu­tan­lar, aşa­ğı­da­ki­ler ka­dar em­ni­yet­te de­ğil­dir!
Ey Er­do­ğan!
En bü­yük za­fer nef­si­ni ta­nı­mak­tır. Düş­man, in­sa­nın ken­di­si­dir. Dost ise nef­si ta­nı­ya­nın ken­di­si­dir. Ül­ke, ida­re ede­nin, oğul­la­rı ve kar­deş­le­riy­le bö­lüş­tü­ğü or­tak ma­lı de­ğil­dir! İn­san bir ke­re otur­du mu, ye­rin­den ko­lay ko­lay kalk­maz. Ki­şi kı­pır­da­ma­yın­ca uyu­şur. Uyu­şun­ca laf­la­ma­ya baş­lar. Laf de­di­ko­du­ya dö­nü­şür. De­di­ko­du baş­la­yın­ca da gay­ri if­lah et­mez. Dost, düş­man olur; düş­man, ca­na­var ke­si­lir!..
Ki­şi­nin gü­cü, gü­nün bi­rin­de tü­ke­nir, ama bil­gi ya­şar. Bil­gi­nin ışı­ğı, ka­pa­lı göz­ler­den bi­le içe­ri sı­zar, ay­dın­lı­ğa ka­vuş­tu­rur. Hay­van ölür,
se­me­ri ka­lır; in­san ölür ese­ri ka­lır. Gi­de­nin de­ğil, bı­rak­ma­ya­nın ar­dın­dan ağ­la­ma­lı!.. Bı­ra­ka­nın da bı­rak­tı­ğı yer­den de­vam et­me­li. Sa­va­şı sev­mem. Kan akıt­mak­tan hoş­lan­mam. Yi­ne de, bi­li­rim ki, kı­lıç kal­kıp in­me­li­dir. Fa­kat bu kal­kıp-iniş ya­şat­mak için ol­ma­lı­dır. He­le ki­şi­nin ki­şi­ye kı­lıç in­dir­me­si bir ci­na­yet­tir. Bey mem­le­ket­ten öte de­ğil­dir. Bir sa­vaş, yal­nız­ca bey için ya­pıl­maz. Dur­ma­ya, din­len­me­ye hak­kı­mız yok. Çün­kü, za­man yok, sü­re az!..
Yal­nız­lık kor­ka­na­dır. Sev­gi da­va­nın esa­sı ol­ma­lı­dır. Sev­mek ise, ses­siz­lik­te­dir. Ba­ğı­ra­rak se­vil­mez. Gö­rü­ne­rek de se­vil­mez!.. Geç­mi­şi­ni bil­me­yen, ge­le­ce­ği­ni de bi­le­mez.
Ey Tay­yip Er­do­ğan!
Geç­mi­şi­ni iyi bil ki, ge­le­ce­ğe sağ­lam ba­sa­sın!..
Ne­re­den gel­di­ği­ni unut­ma ki, ne­re­ye gi­de­ce­ği­ni unut­ma­ya­sın!..”
SÖZCÜ

22 Mayıs 2013

Sizin Gibi Aydının Yediden Yetmişini



Sahte aydın gömleği giyenler kulak versin! 
Özür denen şu haltı yiyenler kulak versın 
Hepimiz ermeniyiz diyenler kulak versin!
Rüzgara karşı yaptı alayınız çişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bana bakın Türk'e diş bileyen özürlüler 
Ermenilerden özür dileyen özürlüler 
Size aydın diyorlar dalayan özürlüler 
Köpek bile göstermez sahibine dişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Kiminiz profesor kiminiz yazarsınız. 
Türk ekmeği yersiniz yedikçe azarsınız.. 
Arkasından her türlü kuyuyu kazarsınız 
Yeter artık bırakın bu milletin peşini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bu özürden gayeniz çıbanı uclandırmak 
Güya Türk'ün agzıyla Türk'leri suçlandırmak 
Ermeniye koz verip tezini güçlendirmek 
Kaç dolara kestiniz bu özürün fişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Her biriniz nobellik bir orhan pamuksunuz 
Ve hatta bana göre ondanda yamuksunuz 
Türk'ün canı yanarken gözleri yumuksunuz.. 
Kör olur görmezsiniz ermeni tedhişini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

1915′ den dem vurmayın hiç bana  
Vurursanız buyurun! Söyleyin Erivana
Açalım arşivleri herşey cıksın meydana! 
Kim soy kırım ettiyse,edeni etmişini.. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bindokuzyüz onbeşte köyleri basan kimdi? 
Yaşlı ve kadınları iplerle asan kimdi? 
Kundakta bebeklerin başını kesen kimdi? 
Konuşalım tarihin gelmişi geçmişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini... 

Dünyanın her yerinde puşt pusular kuruldu. 
Büyükelçi,Konsolos Ateşe'ler vuruldu 
Ne bir özür dilendi ne hal hatır soruldu 
Ermeni yapmadımı terörün müthişini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Soruyorum Taşnak ne? Ne iş yapar asala 
Asala dedim miydi başlarsınız masala 
Bakın beyler bu işler sizi aşan mesele 
Haddinizi aşmayın herkes yapsın işini.. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Plan dedim kızdınız işte siz plansınız.. 
Yıllardır koynumuzda beslenen yılansınız. 
Tehcirle gidenlerden geriye kalansınız 
O yüzden biliyorum karnınızın şişini. 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Meşhur ata sözüdür domuz gönü post olmaz.. 
Ermeniden dost olur ama sizden dost olmaz 
Bir ülkede ihanet bu kadar serbest olmaz 
Ozan arif bulmak zor  TÜRKİYE’ nin eşini 
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...
                                                     Ozan Arif
Alıntı

20 Mayıs 2013

HANCI


HANCI 

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş...

Sıla burcu burcu ille ocağım...
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur başucuma sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa 'dan...
Hancı, ne olur, elindeki şişeden
Bir kaç yudum daha ver yavaş yavaş!..

Ben o gece hem ağladım hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde'yi geçtim,
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş...

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim çekinme, doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...

Bende bir resmi var yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük...
Garip birde sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş...

İşte hancı! ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim?
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim?
Şu benim hesabı gör yavaş yavaş...

                                    Bekir Sıtkı Erdoğan

HAN DUVARLARI


 HAN DUVARLARI
                                               -Osmanzade Hamdi Bey'e-
    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
    Bir dakika araba yerinde durakladı.
    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,    
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...    
    Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,    
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.    
    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!    
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,    
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...    
    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,    
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,    
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...    

    Ellerim takılırken rüzgârların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına.    
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,    
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.    
    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.    
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince    
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.    
    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.    
    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,    
    Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,    
    Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan    
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,    
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...    
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine    
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;    
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,    
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,    
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.    
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri    
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya    
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.    
    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,    
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı    
    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler    
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...    
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,    
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;    
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,    
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...    
    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,    
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken    
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;    
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
    Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa    
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;    
    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan     
      Baba ocağından yar kucağından     
      Bir çiçek dermeden sevgi bağından     
      Huduttan hududa atılmışım ben"     
    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.    
    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;    
    Araya gitti diye içlenme baharına,    
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri    
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,    
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...    
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,    
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,    
    İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden    
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,    
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;    
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...    
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli    
    Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"    
    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana    
    Biz menzile vararak atları çektik hana.    

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş    
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
     "Gönlümü çekse de yârin hayali     
      Aşmaya kudretim yetmez cibali     
      Yolcuyum bir kuru yaprak misali     
      Rüzgârın önüne katılmışım ben"     
    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde    
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
     "Garibim namıma Kerem diyorlar     
      Aslı'mı el almış haram diyorlar     
      Hastayım derdime verem diyorlar     
      Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"    
    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
    Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
    Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
    "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    Dedi:    
           "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...    
    Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.    

    Aradan yıllar geçti işte o günden beri    
    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,    
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..    

                              Faruk Nafiz ÇAMLIBEL 

Namdar Rahmi Karatay 'dan Bir iki şiir

Geçti Bor’un Pazarı

Başta kavak yelleri estiği günler hani? 
Beklediğin nişanlar, şerefler, ünler hani?
Aradığın sevgili, şanlı düğünler hani? 
Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Sende cevher var imiş bunu herkes ne bilsin. 
Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin? 
Şöyle bir dairede müdür bile değilsin. 
Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Bilmem ki ne olmaktı senin gayen, maksadın ? 
Fare gibi kitapların arasında yaşadın. 
Ne dans ettin eğlendin, ne sevdin kız kadın, 
Kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye? 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Gönül ne çalgı ister, ne eğlence ne de dans, 
Ne güzel kadınların önlerinde reverans. 
Kapandıkça kapandı bunca yıldır kahpe şans. 
İhtiyarlık gölgesi perde çekti dideye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Fırsatı iyi kolla, sakın olma dangalak, 
Keyfine bak dünyada gülerek, oynayarak. 
Sende iç şampanyalar, viskiler bardak bardak,
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

Hasan'ın böreğine vaktinde yetişmeli, 
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli. 
Yanıp da kavrulmadan mükemmelen pişmeli, 
Yoksa seni almazlar hiç bir yere çiy diye, 
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.

                                       ***************
Salla Başını Al Maaşını

Ey inleyen zavallı; bulmuşsun kırk yaşını,
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehir taşını!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.

Tatar ağası gibi öyle dolaşma yaya
El oğluna baksana, ne ar kalmış ne haya!
Sen de bulup bir dayı hemen arkanı daya!
O ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını

Kör kadıya şehla de, incitme düztabanı
Düşküne ver nasihat, kodamana arkanı!
Zengin ol sen de aşır her dağdan arabanı,
Tekerine taş korlar sallamazsan başını,
Dilini tut uslu dur, her ay al maaşını

Bir kalantor görünce yerlere kadar eğil
El pençe ol, divan dur, bu şerefsizlik değil!
Uşaklığı meziyet, riyayı fazilet bil
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını

Şeflerle iyi geçin, amirle bul arayı
Azıcık sen de öğren dalgayı dubarayı
Bırakıver kanasın vicdan denen yarayı!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını!

Köpeklerle boğuşma, tepişme hiç katırla
Hamamda kavga olmaz sütü bozuk natırla
Kulağına küpe yap, bu sözümü hatırla:
Kim ne derse hıı deyip hemen salla başını
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.

Diyorlar ki taç bile baş eğilmezse konmaz,
Önünde eğilirsen kılıç bile dokunmaz.
Dik durdukça bir başa devlet kuşu da konmaz,
Bu dünyada kaide sallamaktır başını
Eğil bükül gerdan kır, her ay al maaşını.

Bir güvercin eder mi atmacalarla yarış?
Öğrenmedin dünyayı gezdin de karış karış
Gel vazgeç bu sevdadan, haydi kervana karış
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını
Sürüden ayrılma ki versinler maaşını.

Artırmaya konmuştur terfiler maliyede,
Bu usulle yapılır nakiller saniyede
Söylesen de faydasız Vali-yi Aliye de
En iyisi hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını

İrtikapla irtişa sanma ki güç bir iştir,
İlmini bilen için ismi alış veriştir
Usulünü öğren de bu nimetten veriştir!
Her lokmada hıı deyip hemen salla başını
Uslu dur dilini tut, her ay al maaşını

Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını.

                                            Namdar Rahmi Karatay 

28 Nisan 2013

SEYYİD NESİMİ 'DEN BİR DÖRTLÜK



Sorma be  birader Mezhebimizi
Biz mezheb bilmeyiz Yolumuz vardır
Çağırma meclis-i Riyaya bizi
Biz Ayran içmeyiz Dolumuz vardır bizim
                                   Seyyid Nesimi
                             

17 Mart 2013

Çanakkale Şehitlerinin 98.yılı Anısına..

           


Çanakkale Şehitlerine 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

                                         Mehmet Akif Ersoy



12 Mart 2013

DUYGU YÜKLÜ BİR EPOSTA...

"Eğitimci olup başka alanlarda kendini ispatlayanlardan biri.., Öğretmenlerin tümüne örnek bir insan.. Sınıfta yardımcı olma olanağını bulamayıp kendini başka alanlarda ispatlayan bu Eğitimci neferini saygıyla selamlıyorum... Erdoğan Aslan"

Hocam;

Yazdıklarınızdan müteessir olmamak imkansız. O kadar duygulandım ki, teşekkür mü edeyim, iltifat ediyorsunuz mu diyeyim, bilemedim. 

Öncelikle, kaybınız için, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Elbette isim konulamaz bir acıdır, üzüldüm dememin de bir hükmü olmaz ama yine de üzüldüm. Allah size de uzun ömürler versin ve başka acı göstermesin.

Öğretmenlikle ilgili duygu ve düşüncelerinizi anlayabiliyorum. Süreci en uzun yatırımlardan,  iyi sonuç döndüğünü görmenin hazzı başkadır mutlaka.

Kitap konusuna gelince, çok zamandır işin içinde olan biri değilim aslında, birkaç yıllık bir geçmişim var. Kitap yazmaya yeter mi bilemem. Piyasadaki kitaplar konusundaki izlenimlerinize katılıyorum, hatta, K.Ç. idi sanırım, onla da kavga etmişliğim var.  Kitap çok iddialı olur. 

Bir hayli kazanç demişsiniz... Valla hocam, açıkça "ben şimdiye kadar bu işten bir kuruş kazanmadım" desem inanır mısınız? Kimileri vardır, attığı adımı paraya dönüştürür... Ben neye elimi atsam, kurur. Devrin adamı olamadım hiç. Parayı severim ama duygularım karşılıksız, ilişkimiz tek taraflı :)

Forumda takılıyorum, çünkü boş duramıyorum. Öyle bir yapım var. İlla ki birşeyler yapıyor olmam gerek. Oturup film seyrederek veya oyun oynayarak zaman geçirebilen biri olmadım hiç. Dedem tanıdığım sağlam adamlardandı. O insanı iş yaptığı ölçüde insan kabul ederdi. :) Hatta onca senelik annem bile, durup dururken  "çay yapsan da içsek !" diyecek olsam,  "ne iş yaptın ? " diye sorar. İş filan yoksa ortada, çay da demlemez. :)  Ah hocam, ah. Ailem hiç kıymetimi bilmiyor. Onlara göre o kadar boş ve tembelim ki. :)

İlginçtir, çok sevilen biriyim gibi gelmiyor bana. Hatta siz denk gelmemişsinizdir, çok küçük düşürücü tartışmalara da girdiğimiz oldu.

Hikayemin nasıl başladığıyla ilgili küçük bir detay vermek istiyorum, hazır biz bizeyken. Yazılım konusunda en ufak bir fikrim yokken, çok dar bir zamanda, çok basit de olsa ama benim için yapılması mümkün olmayan bir proje ile görevlendirildim. Verilen süre, bir hafta gibi bir zaman. Ve benim nasıl olacağına dair en ufak bir fikrim yok. Forumlarda gezinirken, bir mail adresi gördüm, ekledim. Bir süre sonra, online oldu. Yardıma ihtiyacım olduğunu, zamanımın dar olduğunu söyledim. "Şu an uygun değilim, akşam sekiz gibi nette ol." dedi. Akşam online oldu. Ve bana gereken uygulamayı izah ettim. Liseli bir öğrenci bu. Birkaç gece geç vakitlere kadar benim için program yazdı. Ve bitirdi.  benim işimi de görmüş oldu.

Karşılığını ödemek istediğimi söyledim, "Yok abi, öğrenciyim, öğrenmiş oluyorum işte.."  filan dedi. Zorla telefonunu ve adresini alabildikten sonra, genç adam, telefon sever düşüncesiyle, iyi bir cep telefonu hediye ettim. Herhangi bir karşılık düşünmedi ama altında da kalamazdım. Benim için yaptığı paha biçilemezdi. Bana verilen iş de çözüldükten sonra, birkaç ay içinde, öğrenmem gerekenleri öğrendim. Allah' tan, baktığım kodu kolay çözümler kolay öğrenirim. Zorlanmadım. O günden bu yana, herhangi bir karşılık beklemeden, bu teşekkür bile olabilir, millete yardım etmeye çalışıyorum. İşi görülen çok olmuştur, para kazanan bile olmuştur. Benim vicdanım rahat ama. Tanımadığım bu çocuğun yardımı hoşuma gitti. Aşağı yukarı üç yıl oldu. İnşallah aynı temiz kişiliği duruyordur. Muhtemelen şu an ondan çok biliyorumdur bu işleri ama başlangıcım onun sayesinde oldu diyebilirim. Belki beceremeyecek ve pes edecektim veya   yetiştiremeyecek ve görevim son bulacaktı. 

Yazdıklarınız gerçekten beni mutlu etti. Yapabilir miyim, becerebilir miyim bilmiyorum kitap yazmayı. Olacaksa bile farklı ve doğru bir şeyler yapmak gerek ki, gerçekten zor.

Yoruluyorum, gerçekten bazen üzerinde çok düşünmek gereken konular oluyor. Devam edebildiğim kadar etmeyi düşünüyorum... ne kadar sürekli olurum ondan da emin değilim.

Kendimi özel hissetmemi sağladınız, aslında, kendine hayranlık noktası kişisel gelişim grafiğinin aşağıya yöneldiği bir noktadır. Hala bugün bile, iyiyim veya biliyorum derken kuşkularım vardır. :)

Bazen kişi için paha biçilemez kazanımlar vardır. Bir bakış da olabilir bu, bir söz de. Bu mail de benim için öyle oldu. Ne kadar teşekkür etsem azdır.

Teşekkürler Hocam.

Yazmaktan çekinmeyin, çok çene çalan biriyim. Yazılan hiçbir şeyi laf kalabalığı olarak görmem. :) Öyle bir kabulüm olsa, bildiğiniz laf kalabalığı ben olurdum.

Görüşmek üzere..